Bazı kitaplar okunmaz yaşanır. Bu onlardan biri.
İtiraf edeyim: Kitabın ilk bölümlerinde kafam karıştı. Kim kimdi, hangi zaman hangi zamandı, ne oluyor derken birkaç sayfa geri dönmem gerekti. Ama sonra anladım ki bu karmaşa bilerek var. Çünkü hafıza dediğin şey zaten kronolojik işlemiyor. Hele ki bir şeyleri unutmaya çalışan bir adamın zihnine giriyorsan, işler asla düz gitmez.
Tarık’ın hikâyesi, sadece onun değil aslında. Bir kuşağın, bir ülkenin, bir vicdanın hikâyesi. Ali’nin ölümü, kuradaki ihtimal, yıllar sonra düşen şüphe… Hepsi bir vicdan azabının, bir insanın taşıdığı yükün parçaları.
En çok da şu ihtimal içimi yaktı:
Ya gerçekten iki cebine de taş koyduysa?
O zaman kaçan kimdi, ölen kimdi?
Petra ise romandaki en şiirsel yan bence. Gerçek mi değil mi tartışılır ama ruhu olan bir karakter. Umudu, direnci, unutulmayanı temsil ediyor. Amca ise direnişin sesi. Onlar olmasa bu hikâye sadece pişmanlık olurdu,onlar sayesinde içinde umut da var.
Evet, kitap yavaş. Evet, dili kolay değil. Ama sabredenin eline çok şey veriyor.
Bazı kitaplar tokat gibidir sarsar.
Bu kitap ise tokat gibi değil, sanki bir ağırlık bırakıyor. Okuyorsun ve düşünmeye başlıyorsun. Hemen değil, yavaş yavaş. O yüzden 10 üzerinden 8.
Yorması kötü değil. Unutulmaması güzel.