İlkbahar tabiatın bir doğum vakasıdır. Bana öyle gelir ki her ağaç -bize belli etmemekle beraber- tomurcuk verip çiçek açıncaya kadar sancı çeker. Nihayet tertemiz yavrularını kucaklayıp okşamak ve nazlı nazlı sallanan narin beşiklerinde gülücüklerini seyretmek insanlara düşer.
.
Orman yangınları bu yaz mevsiminde de her seneki gibi tahribatını yaptı. Yine acıdık fakat yine bir şey yapamadık. Bir taraftan yangınları önleyemiyoruz; öte taraftan ağaç muhabbetini telkin edemiyoruz. Eskiden mevcut olanlar tükeniyor, yenileri yetiştirilemiyor. Mirasyediye benziyoruz; eldekini harcıyor, harcadığımızın yerini kendi kazancımızdan doldurmuyoruz.
Orman muhabbetinin son mertebesine Oslo’da tekrar şahit olduk: Bizim gelişimizden az evvel, şehir halkı bir tören yapmış; çok yaşlı bir ağaç varmış; nihayet yaşatamamışlar, tabiî ömrünü ikmal etmiş. Halk buna üzülmüş, vaka mahiyeti vermiş. Toplanmışlar, ağacı merasimle yakmışlar, yanarken nutuklar söylemişler, kasideler ve dualar okumuşlar. Halbuki Norveç’te ağaçtan çok bir şey yoktur, ulu ormanlar diyarıdır orası. “Bir tanesi değil, bin tanesi kurusa ne çıkar?” dememişler, demiyorlar. Çocuk ağaca sevgi, saygı ve terbiyesiyle yetişiyor.
Zaten böyle olmazsa, çocuğa ailesi ve okulu tarafından bu terbiye aşılanmazsa, kanunların mükâfatı da, mücazatı da, ne dereceye kadar verimli olur. Ağaca aşırı muhabbet beslenen diyarlarda ahlâk güzelliği de gelişiyor, şahidiyiz.
(Yeni İstanbul, 17 Ağustos 1956)
.