Ölüm o kadar kat'î ve zâhirdir ki, bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.(RNK, 949)
Ölümün kaçınılmazlığına rağmen birçok insan gafletle bu dünyada ebedi kalacakmış hissi içinde kendini kandırır. Her insan geçmişin hatıraları ve geleceğin hayalleri üzerine kurulu pek geniş bir ömre sahip olduğunu zanneder. Oysa onun hakiki ömrü sadece içinde “bulunduğu an”dır. Aklen ölümlü olduğunu bilen, fakat hissen sonsuza dek uzanacak gibi hayali bir ömrünün var olduğunu zanneden insanı, Bediüzzaman devekuşuna benzetir. Devekuşu “avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, ta avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.”(Nursi(S), s. 155) Aynen bu misaldeki gibi ölümü düşünmeyip başını gaflet kumuna sokanlar da ecel celadının elinden kurtulamayacak.
Kur’ân Şakirdi gafletle ölümü unutmak yerine, ölümlü olduğunu daima hatırlayarak enaniyetten vazgeçip ihlasla Rabb’ine iltica eder. Çünkü “lezzetleri acılaştırıp tahrip eden ölümü çok zikrediniz.” (Nursi(L), s. 167) hadisi bu noktaya işaret eder. Bu nedenle Bediüzzaman’ın stratejisi her şey üzerindeki fena damgasını okumak ve okutmaktır. Böylece her şeyin ve kendi vücudunun kaybolup gideceğini anlayan bir nefis, Rabb’ine ilticaya mecbur olur.
Ölmek terhis olmaktır