Timur, Türk tarihinde Cengiz Han gibi, derin izler bırakan Türkleşmiş bir Moğol hükümdarıdır. Semerkant'ta, 1370-1404 yılları arası, tam otuz beş yıl saltanat sürmüştür. Bıkıp usanmadan, zaferlerle sonuçlanan askeri seferler düzenlemiş, Delhi'den Ege Denizi'ne, Şam'dan Çin Türkistanı'na kadar ordusunun başında savaşmıştır. Her zaman İslam'ın kutsal savaşını sürdürdüğünü savunmuş, ama eşi az görülür bir çelişki sergileyerek, en büyük İslam devletlerini ya yıkmış ya da zayıflamalarına neden olmuştur.
Karşımızda anlaşılması güç bir Timur, dahası yankılar uyandıran başarılarından ve de kişiliğinin karmaşıklığından kaynaklanan gerçek bir efsane vardır. Orta Asya'nın putperest gelenekleri içine işlemiş olan Timur, yaşamı boyunca coşkulu bir Müslümanlık taslamıştır.
Timur topaldı, kolu ve eli sakattı. Ama eşi benzeri olmayan bir bedensel dayanıklılığa ve enerjiye sahipti. Huzurunda savaşın dehşetinden söz edilmesine dayanamazdı, ancak çoğu kez açıktan açığa abartılarak anlatılan cinayet öykülerinin kulaktan kulağa yayılmasına izin verir, gittiği her yerde de uçurulan kellelerden minareler yaptırırdı. Bir yandan bin yıllık kentleri yıkar, öte yandan başkentte en görkemli anıtları yaptırırdı. Timur, İslam uygarlığının en değerli ve yararlı parçası sayılacak olan Timur Rönesansının da temellerini atmıştır.
Onun dönemi, tıpkı kendisi gibi, iki farklı kültürün, Şamanlık ve göçebelikten oluşan Orta Asya kültürü ile İslam ve yerleşik İran kültürünün kavşağında yer alır. At üzerinde sürdürdüğü inanılmaz akınlarla bütün Avrasya'ya ok ve yaylarıyla silahlanmış atlıların kendi yasalarını zorla kabul ettirdikleri dönemi sona erdirmiştir.