Babası gibi bir Zen keşişi olarak yetiştirilen anlatıcı, kekeme ve çirkin bir erkek olarak “güzellik” kavramını Altın Köşk Tapınağı ile özdeşleştirmiştir. Aslında güzelliğin ne olduğu konusunda bir fikrinin olmadığı küçük yaşlarında, babasının tapınakla güzelliği özdeşleştirmesi ile oluşan bu düşünce, insanın güzellik algısı ve arayışı üzerine son derece derin sorgulamaları beraberinde getirir.
Altın Köşk Tapınağı zamanla bir tutkuya hatta tabuya dönüşür ve hayatla bağ kurmaya çalışan kahramanın zihinsel engeli, duvarı haline gelir. Örneğin ne zaman bir kadınla yakınlaşsa gözünün önüne tapınak gelir.
Çocukken hayallerinde yaşattığı tapınağı somut olarak ilk görüşünde yaşadığı hayal kırıklığı bile uzun sürmez, çünkü insanoğlu yeter ki zihninde bir tapınak yaratsın; onu tüm çıplaklığı ve kusurlarıyla gözüne de soksalar yıkılması mümkün değildir.
Romanın sonu çok etkileyiciydi benim için. Küçük bir ip ucu vereyim: İnsanın yaşamla gerçek bir bağ kurabilmesi için yapması gerekeni yapıyor anlatıcı.
Yaşam, ölüm, aile, aşk, inanç ve umut gibi evrensel konular üzerine satır aralarına işlenmiş çok iyi tespitler sunan bu romanı unutulmazlar listeme eklemek için bu incelemeyi yazdım.