Çehov'un neden bir hikâye tarzına isminin verildiğini daha da iyi anlıyorsunuz bu kitabı okuyunca. Bu kitabı okuyunca dedim lakin Çehov'dan okuduğum ilk kitap olduğunu da belirtmeliyim. Ama muhtemelen son olmayacak. Bir solukta biten ama bu soluğun içinde fazlasıyla düşündüren, edebî zevk veren bir hikâye. Derin bir toplum çözümlemesini de içinde barındırıyor.
Altıncı Koğuş ilk başta hapishane izlenimi verse de delilerin koğuşu. Ve bu koğuşta, o deli ise diğer insanlar akıllı mı diye sorgulatan okumuş, muhakeme yeteneği güçlü İvan Dimitriç ile hastanenin doktoru kasabada zeki ve konuşacak, kendini anlayacak bir insan arayan doktor Andrey Yefimiç arasında yaşanan felsefî çatışma. Sonrasında uzlaşma da denebilir. Hastanedeki sıkıntılı durumların farkında olan ve değiştiremeyeceğini düşünüp kayıtsız kalan doktor, gerçeklerle geç de olsa yüzleşiyor. O yüzleşmeden bir kesiti de şuraya bırakayım:
"Acıdan yastığı ısırıp dişlerini sıktı. Bir anda, bütün bu kaosun ortasında aklına berbat, dayanılmaz bir şey geldi. Ay ışığında kara gölgeler gibi görünen bu insanlar, bu acıyı senelerce, her gün aynı şeyleri yaşamışlardı. Nasıl olmuştu da yirmi yıldan fazla süre boyunca bunu anlamamıştı ve anlamayı reddetmişti? Acı nedir bilmiyordu, hiçbir fikri yoktu, o yüzden suç onda değildi ama Nikita kadar acımasız ve sert olan vicdanı, baştan aşağı buz kesmesine neden oldu."
Velhasıl kısacık hikâyede birçok yerin altını çizebilmek de iyi bir kitap olmasının ölçütüdür bence, tavsiyemdir okuyun.