AMOK KOŞUCUSU
“Bir Malezyalı, son derece sade, son derece iyiliksever bir insan, orada öylece oturuyor, duygusuz, umursamaz, donuk… tıpkı benim odamda oturduğum gibi… ve birden ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor ve sokağa koşuyor… dosdoğru koşuyor, hep dosdoğru… nereye olduğunu bilmeden. Yolda karşısına ne çıkarsa çıksın, insan, hayvan, hançeriyle vurup yere seriyor ve kan sarhoşluğu onu daha da öfkelendiriyor… sürekli koşar, hiçbir şey görmez, karşısına çıkan her şeyi yere yıkar… ta ki biri onu kuduz bir köpek gibi vurup yere serene ya da kendiliğinden köpükler içinde yere yıkılana kadar… Stefan Zweig tıpkı diğer romanlarındaki gibi bu romanında da ölüm ve intihar üzerinde odaklanmıştır. Roman Tropik ormanlarında geçici görev yapan bir doktorun başından geçiyor. Hemen hemen her romanında olduğu gibi, bu romanda da kocasını aldatan gebe bir kadın ölümcül hastalığını teşhis etmek için bu doktora geliyor. Kadının tek bir isteği var doktordan oda gebe olduğunu kimsenin bilmesini istemiyor. Doktorda bunun karşılığında kadına uygunsuz bir teklifte bulunuyor. Kadın bunu reddediyor ve kadının bu reddi doktorda pişmanlık duygusunu saplantılı hale getiriyor. Doktor fiziksel olarak bir amok koşucunun belirtilerini vermese de Ruhsal olarak tam bir ölüm koşusuna çıkıyor. Tabi kadın ölüyor, doktorda kadının sırrını korumak için gemide kadının tabutunun üzerine çıkıyor ve tabutla beraber denizin derinliklerine batıyor. Kitapta ölüm ve intihar üzerinde odaklanılmış, yine olduğu gibi insan duygularını abartırcasına anlatmış, olay yine mekan olarak gemide geçmiş vs. okuyucuya çok fazla bir şey katacağını sanmıyorum.