Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an

Dücane Cündioğlu

En Eski Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an Sözleri ve Alıntıları

En Eski Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an sözleri ve alıntılarını, en eski Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Varlık Mertebeleri 2
Kur’an adı verilen şeyin varlığı da işte bu şekilde dört mertebedir: 1. Kur’an’ın Allah’ın zâtı ile kaim olan asıl varlığı, tabiri caizse-ki en yüce misaller Allah içindir!- tıpkı ateşin ocaktaki varlığı gibidir. Kıdem, bu varlık mertebesine mahsus bir sıfattır. 2. Kur’an’ın zihnimdeki varlığı ki öğrendikten (ezberledikten) sonra zihnimizde kalır. 3. Sesimizle vücud verdiğimiz dildeki varlığı. 4. Yazılmak suretiyle kağıtlarda vücud bulan varlığı.
Sayfa 140
Varlık Mertebeleri 3
Ateş, ocakta veya başka bir yerde iken yakıcı, sönücü, parlayıcı olmakla nitelenebilmektedir. Yine ‘Ateş’in dildeki ifadesine de Arapça, Türkçe, Acemce, vb. vasıflar verilebilmektedir. Harflerinin az ya da çok olduğu söylenir. Oysa ateşin ocaktaki varlığı, Acemce’ye, Türkçe’ye, Arapça’ya ayrılmaz. Dilimizdeki ‘ateş’ kelimesi de sönmekle ya da parlamakta vasıflandırılmaz. ‘Ateş’ ismi, ateşin hem ocaktaki, hem zihindeki, hem dilde, hem yazıdaki varlıklarına verilen müşterek isimdir. Fakat bu isimle asıl kasdolunan şey, hakikatte ocaktaki ateştir. Zihinde mevzuat olan bilgisine göreyse, bu, hakikat değil, mânâdır. Aynada görülene de insan ya da ateş denilir; ama by görüntünün hakikaten bir insan ya da ateş olmadığı bilinmektedir. Sadece hakikî bir insanın veya ateşin bir suret ve hayali olduğu için, ona bu isim verilmektedir. Dildeki ‘ateş’ kelimesinin ifade ettiği şey de zihinde var olan ‘ateş’e delâlet eden üçüncü bir mânâdır. Kağıt üzerindeki ‘Ateş’in ifade ettiği mânâya gelince, o da öncekilerin aynı değildir. Bu dördüncü mânâdır ki dildeki mânâya ıstılah(=uylaşım) yoluyla delâlet eden bir şekilden ibarettir. (Gazâlî, 1985:110)
Sayfa 141
Reklam
İnsanoğlunun dil ile varlığı, sözcüklerle nesneleri, isim ile müsemmâ’yı ayırması kadar, aynileştitmesi de hatalıdır. Bu noktada durulmalı, dil ile varlık arasındaki sınır ortadan kaldırılmamalıdır. Çünkü bu, tahayyülden tefekküre geçişin, hayallerden fikirlere geri dönüşün imkânını imha etmek demektir. Dil’deki gerçeklik, dil dışındaki gerçeklikle beraber bir bütünlük oluşturur ve bu bütünlük muhkem bir biçimde kurulmadığı, kurulamadığı takdirde, gerçeklik de kendisini kendi bütünlüğü içinde ifşa edemez.
Sayfa 143
Dille ifade edilen, dile getirmek nihayet bir lafızdır, bir isimdir, ismin kendisi değildir. İsim zikredildiğini, tesbih edildiğinde, ismin delâlet ettiği varlık da zikredilmiş, tesbih edilmiş olur ama bu zikir, bu tesbih dilde, dil vasıtasıyla gerçekleştiğinden isim’le müsemmâ arasındaki münasebet de ancak delâlet bakımından (dolaylı olarak) gerçekleşir; zira bu münasebet, dil dışı varlıkla dilde onu temsil eden lafız arasında dolayımlı olarak vardır.
Sayfa 144
Geçmişle veya başka yorumlarla ilişkisi olmayan yorum yoktur.
“Bu kelime (lisan), Kur’an’da hiçbir surette Allah’a izafetle kullanılmamıştır. İslam düşüncesi geleneğinde de lisanullah diye bir kavram mevcut değildir. Kur’an Arap diliyle, Arapçayla nazil olmuştur ve fakat Allah’ın Lisanı şeklinde değil, Allah’ın Kelamı olarak tesmiye edilir.”
Reklam
207 öğeden 141 ile 150 arasındakiler gösteriliyor.