Kitabın başında İncil'den bir alıntı: "İçim nefretle dolu, öcümü alacağım."
"Tolstoy, düzyazıda Rusların en büyük yazarıdır. Şunu keşfetti
Tolstoy: (Hiç kuşkusuz, kendisi de bilemedi keşfini) Yaşamı, çok hoşa
gidecek bir biçimde, tastamam, biz insanoğullarının zaman duygusuna
denk düşecek biçimde canlandırmanın yöntemini... Saati sayısız okur-
larının saatiyle aynı giden, bildiğim tek yazar odur."
Vladimir Nabokov'un sonsözünden.
Anna...
Bu ad bende çok şey ifade ediyor..neden bilmem ama Anna adı tarihte hep mi hayatı mahvolmuş kadınların adı olur?
İlk kez
Boleyn Kızı kitabında İngiltere kralı VIII Henry'nin ikinci ve idam olunan karısı Anna'yla tanışmıştım...
Boleyn kızı Anna yüksek mevki istiyordu, Karenina yalnızca aşk...
Her ikisinin sonu ölüm oldu ..birininki idam, diğerininki intihar...
Daha kaç ANNA'lar var bu hayatta?
Anna Karenina uykusunda doğuş yaparken öleceğini görmüştü..ama o intihar ederek hayatını sonlandırdı...
Tolstoy için ölüm, ruhun doğuşu demektir çünkü.
Birincisi, toplumun Anna'yı yargılamaya hakkı
yoktu; ikincisi, Anna'nın da intikam dolu intiharıyla Vronski'yi ceza-
landırmaya hakkı yoktu.
Ne oldu da kitabı sevdim?
Vladimir Nabokov değerli incelemesini okuyanadek...okuyup bitirdikten sonra ben hiç dikkat etmemişim kitaptaki ayrıntılara dedim kendi kendime..oysa
Lev Nikolayeviç Tolstoy ne büyük bir yazar ne büyük bir insanmış...
Tolstoy 1875'ten sonra yıldan yıla artacak bir bunalıma girdi. 1877'de yayımlanan ikinci büyük romanı Anna Karenina bu bunalımın izlerini
taşıdığı çok açık.
Konuşmamı çok sürdürmeden bu kitap hakkında okuduğum Nabokov'dan en değerli, en güzel incelemeyi sizlerle paylaşmak istiyorum..
Dünya edebiyatının en çekici kişilerinden biri olan Anna, genç,
güzel, özünde iyi; ama gene özünde bahtsız bir kadındır. Çok genç bir
kızken iyiliğini düşünen bir teyze tarafından, göz kamaştırıcı
bürokratik kariyer sahibi, ilerisi için umut veren bir yüksek memurla
evlendirilen Anna, St. Petersburg sosyetesinin en pırıltılı çevrelerinde
mutlu bir yaşam sürdürmektedir. Küçük oğlunu deliler gibi sevmekte,
yirmi yaş büyük kocasına saygı duymaktadır; canlı, iyimser yaradılışı
yaşamın kendisine sunduğu bütün yüzeysel hazlardan tat almasını
sağlamaktadır.
Bir Moskova yolculuğunda Vronski'yle tanışır ve ona derin bir aşkla
bağlanır. Bu aşk, Anna'nın çevresindeki her şeyi değiştirir; baktığı her
şeyi farklı bir ışık altında görmeye başlar. St. Petersburg garında
Karenin'in onu karşılamaya geldiği o ünlü sahnede kocasının iri ve
çirkince kulaklarının büyüklüğünü ve insanın sinirine dokunan kepçe
biçimini ansızın fark eder. Bu kulakları eskiden hiç fark etmemiştir,
çünkü eleştirel gözle bakmamıştır; Karenin, Anna'nın öylece kabul-
lendiği yaşamındaki kabul edilegelmiş şeylerden biridir. Artık her şey
değişmiştir. Vronski'ye duyduğu aşk, eski dünyasını ölü bir geze-
gendeki ölü bir manzara gibi gösteren bembeyaz bir ışık selidir.
Anna yalnızca bir kadın. Kadınlığın parmakla gösterilecek bir örneği
değil; dopdolu, yoğun doğasının ahlâki yönü ağır basan bir kadındır
da; roman kişisi olarak her şeyiyle anlamlı ve önemli, göz alan bir
kişidir ve bu aşkı için de geçerlidir. Kitaptaki başka bir roman kişisin-
in, Prenses Betsi'nin yaptığı gibi gizli kapaklı bir gönül serüveniyle
kendini sınırlayamaz. Doğrucu ve tutkulu doğası kılık değiştirmeleri,
gizli kapaklı işleri reddeder. O, yıkık dökük duvar diplerinden
sürünerek birbirinden farksız âşıkların yataklarına yollanan arzu dolu bir kenarın dilberi, düşlerle yaşayan taşralı Emma Bovary değildir.
Anna, Vronski'ye bütün yaşamını verir, sevgili küçük oğlundan ayrıl-
maya –çocuğu görmemekten duyacağı korkunç acıya karşın– evet der
ve önce ülke dışında, İtalya'da, sonra da onun Orta Rusya'daki kır
evinde Vronski ile birlikte yaşar. Bu "açık" gönül serüveni ahlâktan
nasibini almamış dost çevresinin gözünde ahlâksız olarak damgalan-
masına yol açsa da yapar bunu. (Anna'nın, bir bakıma Emma'nın
Rodolphe ile kaçma düşünü gerçekleştirdiği söylenebilir. (Kaldı ki
kendi çocuğundan ayrılırken Emma'nın içi bile sızlamaz, o küçük
hanım için çetrefil ahlâki sorunlar filan söz konusu değildir.) Sonunda
Anna ile Vronski kent yaşamına dönerler. Çevresindeki ikiyüzlü toplu-
luğu aşk serüveninden çok, toplum kurallarını nasıl açıkça hiçe say-
dığını göstererek küplere bindirir Anna.
Anna, toplumun öfkesinin sonuçlarına katlanırken, horlanıp züp-
pece davranışlarla karşılanırken, hakaret görüp kendisinden "bucak
bucak kaçılırken" Vronski, erkek olduğu için –kesinlikle çok derin,
yetenekleri olan bir erkek değildir, sadece "gözde" bir erkek diyebiliriz
ona– rezaletten etkilenmez; çağrılar alır, şuraya buraya gider, eski
dostlarıyla buluşur, lekelenmiş Anna'yla bir saniye bile aynı odada
durmayacak güya namuslu kadınlarla tanıştırılır. Anna'yı hâlâ
sevmektedir; ama zaman zaman da eğlence ve şıklık dolu kendi
dünyasına geri döndüğüne sevinir ve ara sıra bu dünyanın nimetler-
inden yararlanmaya da başlar. Anna, yanlış bir değerlendirmeyle,
onun önemsiz kaçamaklarını aşkının hararetinde bir düşüş olarak
görür. Yalnızca aşkının Vronski'ye artık yetmediği, onu belki de
yitirmekte olduğu duygusuna kapılır.
Ortalama zekâda, küt bir adam olan Vronski, Anna'nın kıskançlığı
karşısında hoşgörüsüz davranır ve böylece Anna'nın kuşkularını
doğrular sanki.[228] Tutkusunu çıkmaza sokan bunca çamur balçık
içinde dönenen Anna, mayıs ayının bir pazar akşamı kendini bir yük
katarının altına atar. Vronski neler yitirdiğini çok geç anlamıştır. Ney-
se ki, Osmanlılarla savaş –yıl 1876'dır– rüzgârları esmektedir, bu hem onun hem de Tolstoy'un çok işine gelir ve Vronski bir gönüllü tabur-
uyla cepheye yollanır. Bu, belki de romandaki tek karşı çıkılacak nok-
tadır; çünkü çok kolaycı, çok hazırcıdır.
Görünürde romandan oldukça bağımsız bir çizgide ilerleyen koşut
bir öykü de Levin ile Prenses Kiti Şçerbatski'nin sevişmeleri ve
evlenmeleridir. Tolstoy'un içine kendini tüm öteki erkek kahraman-
larından daha çok kattığı Levin, ahlâki idealleri olan, Vicdan'ın "V"sini
büyük yazan bir adamdır. Vicdan ona bir an soluk aldırmaz. Levin,
Vronski'den çok farklıdır. Vronski, yalnızca kendi dürtülerini doyur-
mak için yaşar. Anna ile tanışmadan önce çevresine ters düşmeyen bir
yaşam sürdürmüştür Vronski; âşıkken bile ahlâki ideallerin yerini
çevresinin benimsediği genelgeçer ilkeler alabilir ve o bundan rahat-
sızlık duymaz. Oysa Levin çevresindeki dünyayı aklıyla kavramakla ve
onun içindeki yerini hak etmekle yükümlü olduğunu düşünen bir
adamdır. Bu nedenle, Levin'in yaradılışı sürekli bir evrim içindedir,
roman boyunca tinsel olarak gelişir, Tolstoy'un o tarihlerde kendi
kendisi için geliştirdiği, olgunlaştırdığı dini ideallere doğru yönelir.
Bu ana roman kişilerinin çevresinde belli sayıda başkaları dolanır.
Anna'nın kaygısız, işe yaramaz erkek kardeşi; kızlık soyadı Şçerbatski
olan karısı Doli, iyi yürekli, ciddi, yaşam boyu acılar çekmiş bir kadın,
bir anlamda yaşamını kendini yok edercesine çocuklarına ve hayırsız
kocasına adadığı için Tolstoy'un ideal kadınlarından biri; sonra Şçer-
batskiler, Moskova'nın en köklü aristokrat ailelerinden biri;
Vronski'nin annesi ve Petersburg yüksek sosyetesinin üyelerinden
oluşan koskoca bir galeri. Petersburg sosyetesi Moskova sosyetesinden
çok farklıydı. Moskova yufka yürekli, rahat, gevşek, anaerkil eski
kentti, otuz yıl sonra benim dünyaya gözlerimi açtığım Petersburg ise
incelmiş, soğuk, biçimci, gözde ve görece yeni başkent. Elbette bir de
Karenin'in kendisi; Anna'nın kocası Karenin, soğuk, hak düşkünü,
kuramsal erdemi içinde acımasız, devletin sadık hizmetkârı,
dostlarının sahte ahlâkçılığını kabullenmeye dünden razı philistine
bürokrat, ikiyüzlü bir adam ve bir zorba. Ender olarak iyi bir davranışta, iyi yürekli bir jestte bulunduğu olsa da bunları çok
geçmeden unutur ve kariyer kaygıları adına gözden çıkarır.
Vronski'nin çocuğunu doğurduktan sonra çok hasta düşen ve
ölümünün yakın olduğundan emin olan (ama ölüm henüz gelmeyecek-
tir) Anna'nın yatağının başucunda, Karenin Vronski'yi bağışlar ve ger-
çek bir Hıristiyan'a yakışacak bir tevazu ve yüce gönüllülükle onun
elini sıkar. Daha sonra, insanın içini ürperten, eski, sevimsiz kimliğine
geri dönecektir; ama o an sahneyi aydınlatan ölümün yakınlığıdır ve
Anna bilinçaltında Vronski'yi sevdiği kadar onu da sever; her ikisinin
de adları Aleksey'dir, her ikisi de ona âşık erkekler olarak Anna'nın
rüyalarını paylaşmışlardır. Ama bu içtenlik ve iyi yüreklilik uzun
sürmez ve Karenin boşanma girişiminde bulunup da –onu pek etkile-
meyecek; ama Anna için çok önemli olan bir girişim– bunu yaparken
birtakım tatsız engellerle karşılaşacağını görünce vazgeçiverir ve Anna
için ne gibi sonuçlar doğuracağına aldırmadan bir daha denemeyi
kesinlikle reddeder. Dahası, kendi hak düşkünlüğünden doyum
sağlamayı bile becerir.
Tolstoy, Anna'nın kırmızı çantasını birinci bölümün XXVIII.
parçasında ortaya çıkarır. Bu çanta "oyuncak gibi" ya da "minicik"
olarak tanımlanır; ama büyüyecektir. Anna, Petersburg'a gitmek üzere
Doli'nin Moskova'daki evinden çıkarken birden nedeni belirsiz bir
gözyaşı seline kapılacak, al basmış yüzünü içine bir gecelik başlığı ve
keten mendiller koyduğu bu küçük çantanın üzerine eğilecektir. Tren-
in kompartımanına yerleştiğinde küçük bir yastık, İngilizce bir roman
ve bunun sayfalarını açmak için bir kâğıt keseceği çıkarmak üzere
kırmızı çantayı bir kere daha açacaktır; bundan sonra kırmızı çanta
yanında uyuklayan hizmetçinin ellerine emanet edilir. Dört buçuk yıl
sonra (1876 Mayıs'ı) yaşamına son verdiğinde silkip attığı son eşya da
bu çanta olacaktır. Kendini trenin altına atarken bileğinden çıkarmaya
çalıştığı bu çanta onu kısacık bir an oyalar.
Şimdi gelelim teknik açıdan kadının düşüşü olarak adlandırılan
olaya. Ahlâki açıdan bakıldığında, bu sahne Flaubert'den, Emma'nın
coşku sarhoşluğundan, Rodolphe'ın Yonville yakınlarındaki küçük,
güneşli çam korusunda içtiği purodan çok, çok uzaklardadır. Bu parça
boyunca zinayı kanlı bir cinayetle eş tutan ahlâki bir karşılaştırma
sürdürülür; ahlâki bir imge olarak Anna'nın bedeni sevgilisi
tarafından, günahı tarafından ayaklar altında ezilir, parça parça edilir.
Anna ezici bir gücün kurbanıdır: