Uzun bir okuma yolculuğunun nihayet sonuna geldim. Kitap birinci kısımda olduğu gibi ikinci kısımda da çok güzeldi. Fakat okurken en çok keyif aldığım yerler Levin'in ve Kiti'nin olduğu yerlerdi. Aşkları o kadar gerçek ve masum anlatılmış ki hayran kalmamak elde değil. Özellikle anne, baba olmaları çok güzeldi. Aile bağlarının sımsıkı olması da kıymetliydi.
Fakat diğer bir yandan Anna ve Vronski'nin aşkını, yaşadıklarını okumak da hüzünlüydü. Öyle ki Anna'nın toplumdan dışlanması, geçirdiği bunalımlar, Vronski'yle yaşadığı tartışmalar, oğluyla arasındaki özlem çok derindi. Hele ki arada kalışları ve bir türlü kendini bulamayışı çok zordu.
Esere bu yönden bakıldığında kahramanların gerçekten psikolojilerinin çok iyi yansıtıldığını düşünüyorum. Zira Tolstoy'un kendini anlattığı Levin karakterinde bunu çok net bir şekilde görüyoruz.
Şöyle ki: Levin, romanın ilk başından beri bir inanca sahip olmayan, sürekli içinde şüpheler barındıran bir adamdır. Kalbi inandıklarına tamamen teslim değildir. Eşi Kiti'nin bile aşkından bazı zamanlar gönlü bulutlanır, düşünceleri karışır. Fakat romanın sonuna doğru yaşadıkları ona çok şey öğretir ve uzun bir zaman sonra kıymetli bir hazine bulmuş gibi nihayet gönlü mutmain olur.
Eserin adı her ne kadar Anna Karenina olsa da kendi fikrimce bu romanın esas kahramanının Levin olduğunu düşünüyorum. Her şey onunla başladı ve onunla bitti...
Şimdi sırada filmini izlemek kaldı. Bakalım okumak kadar izlemekte keyif verecek mi :)