Çağın mahkemesinde,
tanıklık edecek bana,
Olympos’luların yüce anası
kara Toprak;
her yerde gömülü
sınır taşlarını kaldırdım onun.
Ve geri getirdim Atina’ya,
tanrıların kurduğu yurtlarına,
az çok adalet üzre
köle diye satılan nice insanı.
Kimileri ise sürülmüşlerdi.
Bir borç yüzünden,
öyle çok yer dolaşmışlardı ki.
Konuşmuyorlardı artık Attika dilini.
Kimileri de ülkede
haksız bir köleliğe katlanıyorlardı
ve titriyorlardı efendilerinin gazabı karşısında.
Hepsini, hepsini özgür kıldım ben
İlyada destanı, insan doludur ve özgün tiplemelerin yaratıcısı tarafından, yaşayan varlıklar gibi aynı, birbirlerinden farklı kişilerle doldurulmuş bir dünyadır. Homeros’un, Balzac’ın şu sözüne sahip çıkmaya hakkı vardır: “Nüfus idaresiyle yarışıyorum.” Tıpkı Balzac gibi ve de Shakespeare gibi, bütün zamanların en büyük kişilik yaratıcıları gibi, Homeros da, bu kendine uygun medeni halleri, eşkalleri, özgün davranışları (bugün dendiği gibi; parmak izleri) ile birbirlerinden ayrı ve çok sayıda kişilik yaratma yeteneğine, en yüksek derecede sahiptir.
“Hellen topluluğu aynı kandandır” diye yazar Herodot, "aynı dili konuşur, aynı tanrılara, aynı tapınaklara, aynı sungulara, aynı adetlere, aynı törelere sahiptir.”
Paranın sanatı –parayı biriktirme ve üretme yeteneği– demek olan Aristo’nun “krematistiki” dediği şey böyle doğar. Bu “krematistikinin” kapitalizmin bir ilk biçiminden uzak bir şey olmadığı görülür.
Solon’un bu kadar güzel bir hayat yaratmasına içindeki hangi derin kaynağın, hangi sevginin izin verdiği araştırılırsa, sanırım şöyle denecektir: Solon halkını seviyordu, Solon adaleti de seviyor ve ona, tanrıya inanır gibi inanıyordu. Onun tanrısının, öznitelik olarak sadece gücü değil, adaleti de vardı.
Solon halkını seviyordu, dedim. Yaptığı