"Öyle ya, şu sizin iflah kabul etmez soyunuz geleceği görme hünerine sahip olsaydı, ne sanıyorsun yani, davranışlarını ve fikirlerini anlayamayacakları, duydukça dehşete kapılacakları evlatları, torunları, torunlarının torunlarını dünyaya getiriler miydi hiç? Seni dünyaya getiren babanın babası senin ne olacağını ve kendisi hakkında neler yazacağını bilseydi, hiç kuşkun olmasın, evlilik görevini yerine getirmekten geri durur, ilerleyen trenden inerdi. Bugün senin olduğun şey onu dehşete düşürürdü. Bu yüzden sizi düzenle bitkilerin köklerini beslemeye gönderiyorum: torunlarınızın düşlediğinizin tam tersi olduklarını görmek azabından kurtarmak için..."
Zaman kimsenin atının terkisinden alaşağı edemediği bir kör süvariydi. Yolunun üstünde kalıcı gibi gözüken her şeyi ezip geçiyor, doğal manzarayı değiştiriyor, düşleri kül ediyordu.
Acaba insanlar niçin üremekte ve kaynakları kıtlaşan o gezegeni tıklım tıklım doldurmakta ayak diriyorlardı? Varlıklarını sürdürmek uğruna aşk ile şevk ile yanılsamaları yeni felaketlerin kaynağı olacaktı ve dünyanın gidişi yıkıma doğruydu, bunu bilmiyorlar mıydı sanki? Hangi berrak kafalı despot günün birinde durumu ilan edecek dürüstlüğe ve cesarete erişecekti de, uyruklarının tamamını kısırlaştıracaktı acaba? Yoksa haber bültenlerinde canlı yayında eceli, bir deri bir kemik kalmış çocukları, toplu mezarlara yığılmış cesetleri, kurbanların henüz taze kanlarının birikintilerini kimse görmüyor muydu?