Türkiye’de tarihçiliğin ana karakteri ‘’Türkosantrik’’ olmasıdır. Dünyada sadece biz Türkler varmışız ve milletimiz, tarihimiz hatasız, kusursuz ve muhteşem tek tarihmiş gibi düşünülüyor; genel görünümü itibariyle Türk tarihine odaklanmış bir tarihçiliğimiz var. Kendi tarihimize eleştirel bakmak sapkınlık gibi görülüyor. Bu yüzden başka toplumların, hatta burnumuzun dibindeki komşularımızın tarihini ve kültürünü hiç merak edip incelememişizdir.
‘Bizim milletimiz tarihine taparcasına bağlı ve sadıktır. Ona laf söyletmez ama iş o tarihin bıraktığı eserleri korumaya gelince sanırım yeryüzündeki en hoyrat, en duyarsız ve en tahripkâr milletlerden birisidir.’
"Ne yazık ki Türkiye toplumu bütün kesimleriyle demokrasiyi, çağdaşlığı, hele de bilimi dilinden düşürmeyen bir toplum olduğu halde, en yukarısından en aşağısına, aslında bunlara hiç itibar etmeyen bir toplumdur. Ne kadar ilginç ve ironik bir durum!.."
Padişahlarımızı isimlerinin sonuna "han", "ulemâ" ve mutasavvıflarımızı isimlerinin sonuna "hazretleri" eklemeden konuşmayan akademisyenlerimizi dinlerken hayretler içinde kalıyorum bu yüzden. Siz o isimlere bu unvanları eklediğinizde, eleştiri mantığıyla, eleştirel yaklaşımla bağınızı daha baştan koparıyorsunuz, o kişileri bir kutsallık ve eleştirmezlik duvarının içine yerleştiriyorsunuz demektir.
Bizim milletimiz tarihine taparcasına bağlı ve sadıktır, ona laf söyletmez ama iş o tarihin bıraktığı eserleri korumaya gelince sanırım yeryüzündeki en hoyrat, en duyarsız ve en tahripkâr milletlerden birisidir.
Bizde adettir zaten, hiçbir ciddi problemimiz, hiçbir ciddi konumuz bilimsel araştırmalara dayanılarak çözüm üretmek için tartışılmaz, ideolojik olarak ve çözümsüzlük üretmek için tartışılır. Bu parlementer geleneğimizde de maalesef böyledir.
Bizim milletimiz tarihine taparcasına bağlı ve sadıktır, ona laf söyletmez ama iş o tarihin bıraktığı eserleri korumaya gelince sanırım yeryüzündeki en hoyrat, en duyarsız ve en tahripkar milletlerden birisidir.