Arkamızda Dönen Dolaplar

Samiha Ayverdi

En Yeni Arkamızda Dönen Dolaplar Sözleri ve Alıntıları

En Yeni Arkamızda Dönen Dolaplar sözleri ve alıntılarını, en yeni Arkamızda Dönen Dolaplar kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
...Her kim âsâyiş ve nizâma baş kaldıracak olsa mahv ve nâbut olacağı âşikâr değil midir? Ağacın kökleri, dallara yapraklara kem gözle bakıp: "Siz güneşi, aydınlığı ve havayı görüp koklarken ben neden yer altında kalıp sizi besleyeyim" diye yeryüzüne doğru sefere çıkacak olsa, beslemekte olduğu ağaçla beraber kendisinin de yok olacağını idrak etmesi lâzım gelmez mi?
Sayfa 201 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Türkün tâlihi, itâattan koparak parçalara ayrıldığı ölçüde zevâle doğru sürüklenmiştir. Neden gerçeklere itâatten korkuyoruz? Neden nizam ve istikrar uğruna şahsî menfaati hiçe sayarak tek merkez etrâfında birleşmenin bir bekā ve devam şartı olduğunu kendi kendimize sormuyoruz?
Sayfa 201 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Reklam
Vatanın uyanık evlâtları, post kapmak için fesat çıkaran böylece külâh, mevki, şöhret, para pul sâhibi olarak isyanlara, ihtilâllere kapı açan eline ayağına çabuk kimseleri, elbette bir gün tanıyacaktır.
Sayfa 166 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Hayâtımızdan irfan ve hikmeti kovalı beri dumûra uğramış bir kafanın idraksizliği yüzünden, siyâsî dalâletler ve içtimâî bozukluklarla içten içe çürümeye, kabuklaşmaya başladık. Bu yüzden de hastalığımızın teşhis ve tedâvîsi yoluna gidemez olduk.
Sayfa 165 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Bir de inandığım şu ki politikaya atılmak isteyenlerin hem son derece târih âşinâ, hem ferâgat sâhibi, sağlam karakterli, dürüst, ciddi ve bilhassa bu sâhada memleketine canla başla hizmet edebilecekleri yolunda bir kanâat ve azim sâhibi olduklarına inanmaları gerekir.
Sayfa 74 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Politika meydanında at sürmüşlerden değilim. Zira siyâsete karşı ne alâkam, ne hevesim, ne de kâbiliyetim mevcut. Ancak bir Türk sıfatıyla memleketime yakından uzaktan müteveccih olan yaklaşmaları göz önünde tutmanın da bir vatandaşlık çâresizliğine inanmaktayım.
Sayfa 74 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Reklam
Kur'ân-ı Kerim, tevhit ağacıdır. Ama biz onu ne suluyor ne de meyve ve mahsûlünden faydalanabiliyoruz. İşte bugün müstakil İslâm devletleri mensupları, Kur'ân-ı Kerîm'e abdestsiz el sürmeyecek kadar hayâ ettikleri halde aynı Hak kelâmının birer canlı âyeti olan insan oğlunun gaflet içinde bocalayarak, gereği olanları ihmal etmesine nasıl fırsat veriyoruz? İşte gene bir âyette buyrulduğu gibi tefrîkaya düşüp bölük bölük olmanın, ancak kâfirleri sevindirdiğini unutarak, bindiğimiz Burak'ı terk edip tahta ata binmek suretiyle kendi kendimizi acınacak hâle getirmiş değil miyiz?
Sayfa 66 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Evvelâ kundağı içinde tepinen, sonra emekleyen, daha sonra da yürümeye başlayan çocuğun, ilk kucağına atıldığı kimse anasıdır. Kimse bu tabiat kanununu değiştiremez. Türkiye Cumhuriyeti'nin de, mîrâsına sahip olduğu ve sütünü emdiği ananın Osmanlı olduğunu inkâr etmekten kurtulması lâzımdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda emeği geçen insan malzemesinin Osmanlı müesseselerinde yetişmiş bey ve paşalardan mürekkep olduğu âşikârdır.
Sayfa 59 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Osmanlı Devleti, müslüman idiyse de, çatısı altında barınan ırkça, din ve mezhepçe ayrı bulunan zümrelere karşı tarafsız olduğu kadar vicdânî, iktisâdî ve içtimâî hayatlarına karşı da hürmetkâr ve himâyekâr idi. Bu geniş ve insânî tutumunu da Kur'ân ahlâkından aldığına şüphe yoktu.
Sayfa 58 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Hikâye mâlûmdur ama gene de tekrar edelim: Bir tarlada serçeler sürü hâlinde yem arayıp nafakalanıyorlarmış. Karşıdan, elinde asâ, sırtında cübbe, sakalı göğsünde bir adam görünmüş. Kuşlardan biri ürkerek: "Âdem oğlu geliyor kaçalım..." demişse de, ihtiyar serçe: "Hayır, o bir din adamıdır, bize zararı dokunmaz," diye kararını bildirince kaçmamışlar. Lâkin adam tam sürünün hizâsına gelince, elindeki sopayı şöyle bir savurarak üstlerine fırlatmış ve serçelerden birinin ayağını kırmış. Bu beklenmedik hâdise üzerine kuşlar toplu olarak Süleyman Peygamber'e haklarını dâvâ etmek üzere gitmişler. Süleyman: "Peki... demiş. Ben de o adamı buldurur ve ayağını kırdırarak kısas ederim." Bu cevap, ihtiyar serçeyi hiç tatmin etmemiş ve: "Hayır, bunun kime ne faydası olur? Sen onu buldur ve kisvesinden soy. Tâ ki bizim gibi başkaları da şekline ve sûretine bakıp aldanmasın..." demiş. Hakîkî din adamı, su gibi, ekmek gibi Türk'ün nafakasıdır. Onu yetiştirmek, onu bulmak gerek. Yoksa, ya taassubu, ya sahtekârlığı, yâhut da küfrü ziyâdeleştiren kimse, nasıl din adamı olur?
Sayfa 55 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Reklam
Ciddi ve ilmî anlayışla sağlama alınmış haysiyetli ve şerefli bir diyânet otoritesi kuramadığımız takdirde, taassupla cehâletin ve din kılıfı altına yerleşmiş ideolojik bakterilerin, bir sentetik din îmal edercesine, cemiyetin baş köşesine geçip oturmasını yadırgamamalıdır. Zira bir kıymetin gerçeğine imkân vermemek, sahte ve sun'îsine, "Buyur, meydan senindir!" demektir.
Sayfa 54 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Şam'da hastalandığı zaman, kefenini bir mızrağa bağlatarak, eline verdiği dellâl vâsıtası ile şehirde, sokak sokak dolaştırmış ve, “Ulu bir devlete ve pâyansız zaferlere sahip olan Selâhaddin-i Eyyûbî işte dünyadan bu kefen ile göçüyor" diye ilân ettirmiş bulunuyordu. Bıraktığı miras arasında bir dinar altın ile kırk yedi dirhem gümüşten başka malı çıkmamıştı. Öyle ki cenâze masrafını bile kız kardeşi karşılamıştı.
Öyle değil miydi? Biz insanların hayvânî ya da nebâtî her yediğimiz lokmayı ifna ederken onların hakları verip vermediğimizi düşünmemiz gerektiği bir gerçek değil midir? Evet, yemek sûretiyle kendi bünyemize karışan gıdâların sıfat ve şekillerinin hayırlara tebeddül etmesi, yaradılışlarının gâyesi olduğuna göre, tebdîl-i sıfat ettirdiği ve onunla kuvvet bulan biz insanlar, onlara karşı olan mesûliyetimizi yerine getirmeye nasıl mecbur olmayız? Yiyip içerek gücümüze güç katarken hayra mı, yoksa şerre, şekâvete, nifâka mı alet olmaktayız? Bu yoldaki endîşedir ki insan oğlunu düşündürüp utandırsa hiç de hatâ yapmamış olur.
Almanya'dan gelen bir heyet, Karatay ve İnce Minâreli Medreseleri'ni gördükten sonra hayranlıklarını açıklayarak: "İşte bunlar gençlere okumak şevki verecek örnek mekanlar!" demişlerdi.
Müslümanların sofrasına domuz eti girmediği gibi, Müslüman-Türk'ün nafakası içinde de bugüne kadar tek bir domuz eti bulunmamıştır. Müslüman, ona sürünmez, etini de yemez ama ondan uzak kaldığı halde Allâh'ın bir mahlûku olduğu için ona zarar vermez, hattâ hikmet ve irfan sâhibi olanlar, ona asla hakâret de etmezler. Meselâ Ahmed Rifâi'nin, bir sabah, rastladığı domuza: “Sabahların hayır olsun!” dediğini duyan yakınları: “Ama Hazret, o domuz!” diyince, karşılık olarak: “Ağzımı iyiye alıştırıyorum. Hem, Cenâb-ı Hak, onun etini haram ederken, hakâret de edin! demedi ki...” cevâbını vermiştir. Bu zarif ve ince düşünce içinde, domuzu gıdâları arasına sokmayan Müslüman-Türk'ün son zamanlarda batının âdet ve nizamlarını görmeden hattâ düşünmeden kabul edecek bir gaflet içine düşmüş bulunduğunu anlamamak mümkün değil.
26 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.