İnsanoğlu, her ne kadar önceden “tüyolar” alsa da, kendisi için bilinmezlerle dolu olan hayatı deneme-yanılmalarla keşfetmeye ve yaşamaya çalışır. Bu deneme-yanılmalarda muvaffak olduklarımızı “başarı” sayarız, başarısızlıklarımızı ise “hayat tecrübesi” olarak yazarız…
Kendisi için baştan ayağa geçici olan bir yerde, yani dünyada kalıcı olmaya çalışmakla aslında varoluşuyla da çelişir. Kısıtlı olduğunu bildiği ömrüne sonsuz bir deneme-yanılmalar sığdırmak ister, doyduğunu bildiği halde sınırsızca yemek, tüketmek, makamlar, ünvanlar, payeler elde etmek ister. Unutulacağını bilmesine rağmen “unutulmamanın” peşinde koşar.
Hayatın sırrı peşinde koşar bir de… Bu dünyada eylemlerimizden sorumlu olduğumuza göre, bu eylemlerin çıkış noktası olarak fikrin peşinde koşmalıyız aslında. Fikrin çıkış noktasını ise sorular oluşturur. Soran, sorgulayan, anlamaya çalışan insan, denese de yanılsa da bir şekilde iz bırakacaktır zaten…
Hayatı anlamlandırmak için önce anlamak, anlayabilmek için de sorgulamak gerekiyor. İşte o zaman “geçici” olduğumuz bu yerde, bir nebze de olsa asayiş berkemal olur.