'Aşk, içinde benliğini kaybettiğin, nefsini yok ettiğin ateştir. Ayık olduğun halde kendinden habersiz olduğun şevk hali, heybetinden dilinin tutulduğu umman, sözün bittiği noktadır.'
Abde, daha önce Rabia ile arasında geçen bir konuşmayı hatırladı. Abde ona, " Beni tertemiz yapacak bir tevbe ile bir anda arınmak isterdim" demişti. Bunun üzerine Rabia, "Dil ile yapılan tevbeye güvenilmez" demişti. "Ve öyle İstiğfar vardırki oda İstiğfara muhtaçtır."
"İstiğfarım makbul mü değil mi, nasıl anlayabilirim ki?"
" O da aşk ile anlaşılır ve ihlas ile sürdürülebilir" demişti. "Kul, Allah'ın sevgisine vasıl olunca, Allah ona kusurlarını gösterir. Böylece o ne başkasının kusurlarını görür, ne de kusurundan dönmeden rahat edebilir. Bu Allah'ın ihsanıdır. O affetmeyi dilerse tevbeyi nasib eder.
Kul, Allah'ın sevgisine vasıl olunca, Allah ona kusurlarını gösterir. Böylece o, ne başkasının kusurlarını görür, ne de kusurundan dönmeden rahat edebilir. Bu Allah'ın ihsanıdır. O affetmeyi dilerse tevbeyi nasip eder.
"... ziraatçilerin hoşuna giden bir bitki gibi önce yeşerir, sonra kurur da sapsarı olur ve sonra da çer çöp olduģunu görürsün...
Dünya hayatı aldatıcı bir geçinmeden başka bir şey deģildir."
Ne korktuğumuz cezalardan ötürü sığınılacak bir kapıdan ibaretti Allah, ne de arzuladığımız ödülleri dağıtan bir armağancı olduğu için sevilendi. Cezası olmasaydı da O, kendisine sığınılmaya layık olandı. Mükafatı olmasaydıda O, en sevgili olması gereken Yaratıcı'ydı.
Şimdi o bir efendi'nin esiriydi.
Zaten insanlar birçok şeyin esiri değil miydi? Kimi dünyanın, kimi nefsinin, kimi gelip geçici mutlulukların...
İki durum da aynı zilleti karşılamıyor muydu? Demek özgürlüğü başka bir âlemde aramalıydı.