Bir Biyografi

Atatürk

Klaus Kreiser

Atatürk Sözleri ve Alıntıları

Atatürk sözleri ve alıntılarını, Atatürk kitap alıntılarını, Atatürk en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Arkadaş ortamı ve sohbet ettiği mekanlar
Kendi neslinin hemen hemen bütün üyeleri gibi o da ilkbahara, aşka ve vapur gezintilerine adeta Klopstockvarî bir heyecan duyuyordu. Okulun avlusundaki veya arkadaşlarının müdavimi olduğu “Deutsche Bierhalle von Zowwe” (Alman Birahanesi, Posta Caddesi, No 10) meyhanesindeki sohbetlerde Napolyon’un seferleriyle Prusya’nın dünya sahnesine çıkışından edebiyat dergisi Servet-i Fünun’un son sayılarına zahmetsizce geçilirdi. Bu çevrede şiir yazmayana tuhaf gözle bakılırdı. Arkadaş çevresinde o yıllarda hangi kitapların okunduğunu daha iyi bilmek aydınlatıcı olurdu kuşkusuz. Ama bildiğimiz bir şey var: Konular daha çok kahvehane muhabbetiyle yatakhane fısıldaşması düzeyinde, ağızdan ağza dolaşıyor, gençlere ancak bölük pörçük ve çoğu kez eksik bilgi kırıntıları ulaşıyordu (Kurtuluş Savaşı yıllarında “Kuvvetler Ayrımı” üzerine bir konuşmasında Rousseau ve Montesquieu’nün adlarını karıştırdığını hatırlatalım.
Mustafa Kemalin hayran olduğu Namık Kemalin eserleri yasaklanıyor
2. Abdülhamid askeri okullardaki gelişmeyi paranoyaya varan bir kuşkuculukla izliyordu. Mekteb-i Harbiye’yi askerî doktor yetiştiren kardeş okul Tıbbiye’ye tercih etmesinin haklı nedenleri vardır. Mekteb-i Tıbbiye onun gözünde anarşiyle küfrün odağıydı. Her iki kurumda da çoğu yurtdışından gizlice sokulan rejim düşmanı matbuat tedavüldeydi. Nâmık Kemal’in eserlerinin yasaklanması için yazarın vatan sevgisini hanedana ve Padişah’a kayıtsız şartsız sadakatten üstün tutuşu yetmişti. Padişah’ın son yıllarında ısmarlama koroların haykırdığı “Padişahımız Çok Yaşa!” seslerinin arasına artık sıklıkla devrimcilerin “Padişahımız Baş Aşağı!” sloganı karışıyordu. Mustafa Kemal’in zamanında Harbiye’nin başında Esad Paşa vardır (Bülkat, 1862-1952). Hayatının dört yılını (1890-1893) Almanya’da geçirmişti ve Balkan Savaşı’nda memleketi Yanya/Ioannina’nın müdafaasında öne çıkan bir isim oldu. 1915’te Çanakkale Savaşı’nda Mustafa Kemal’in komutanıydı. Harbiye doçentleri arasında, daha önce değindiğimiz gibi sadece Osmanlılar bulunmuyordu. Colmar von der Goltz 1882’de Padişah tarafından Harp Okulları Müfettişliği’ne atandıktan sonra Alman Askerî Misyonu üyeleri taktik ve lojistik gibi dersler okutmaya başladılar (Hausschild Bey, Auler Paşa, Dithfurth Paşa).
Reklam
Mustafa Kemal Fransızca öğreniyor
Prusya’da dil sınavları gönüllüydü, oysa Osmanlı harp okullarında birinci yabancı dil olarak Fransızca tüm kademelerde zorunludur. Mustafa Kemal daha Selânik’teyken çok parlak olmasa bile çalışkan bir Fransızca öğrencisiydi fakat telâffuzla hep problemi vardı. İstanbul’un cemiyet hayatına geç adım atışı yüzünden belli yerlerde “o” harfinin yerine “u” koyan Rumeli ağzından tam olarak kurtulamamıştı. Arapça imlâda o/u/ö/ü harfleri arasında ayrım yapılmazdı; bu nedenle Türkçe’nin Latin harfleriyle yazımına geçildikten sonra bir notta “okudum” yerine “Ukudum” yazdığını da görürüz. Selânik’teki tatil günlerini Lazaristlerin Collège des Frères de la Salle isimli okulunda Fransızcasını düzeltmeye çalışarak geçiriyordu. Lazaristler aslen Ortodoks Bulgarlar arasında Katolik Kilisesi’ne “kurtarılmış ruh” kazanmayı görev edinmiş misyoner bir mezheptir. Mustafa Kemal’in tatillerinde gönüllü olarak bu okula gidip ders çalışması hiç de alışılagelmiş bir davranış biçimi değildir. Yukarıda adını zikrettiğimiz Ziya (Yergök), ki ondan iki sene evvel, 1897’de Harbiye’ye girmişti, hatıratında 13 sene boyunca Fransızca eğitimi almasına rağmen bu dili ne okumayı ne de yazmayı öğrenebildiğini ıtiraf eder.
Ziya Gökalp Beyin düşünce sisteminde Japonya
Birçok Müslümanın gözünde kültürel kayıplar vermeksizin teknolojik ilerlemeyi ifade eden, kısacası bir bakıma imkânsızı başaran Japonya modelini Ziya Gökalp çok daha net kelimelerle över: Japonlar dinlerini ve milliyetlerini muhafaza etmek şartıla Garb medeniyetine girdiler, bu sayede, her hususta Avrupalılara yetiştiler. Japonlar böyle yapmakla dinlerinden, millî harslarından bir şey kaybettiler mi? Asla! O halde, biz niçin tereddüt ediyoruz? Gerçi son beyanı 1923 tarihlidir ama yine de bize şunu gösterir: Fikirlerinin şekillendiği o yıllarda Mustafa Kemal, Türk-İslam toplumu ile kültürünün zarar görmemesi uğruna, Batılı kazanımların “ithalini” teknolojik bilgi ve ürünlerle sınırlamak gerektiğini düşünen seçmeci modernleşme tasarımını paylaşmıyordu. Bu tutum Tatar entelektüel Akçuraoğlu Yusuf’un (1879-1935) Rusya ve Japonya arasındaki savaşın ilk patlak verdiği günlerde yazdığı, Immanuel Kant’la Auguste Comte’ün yanında çıraklık yapmadan Blériot ile Zeppelin’in talebesi olunamayacağı uyarısıyla örtüşür. 20. yüzyılın ilk onyıllarında Türkiye’deki Japonya söylemi hakkındaki örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Rus Japon savaşının İttihatçı tasavvura tesiri
İslâmî ülkelerin entelektüel eliti o yıllarda gözünü Rusya ile Japonya arasındaki çatışmaya çevirmişti. Çarlık ordusuyla donanması, Mançurya ile Tsuşima Boğazı’nda yenilgiye uğramıştı. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sansür, yaralı Rus ayısını daha fazla kızdırmamak için Japonya’nın başarılarını örtbas etmeye çalışsa bile, Asyalı bir milletin ezelî
Mustafa Kemalin Harbiyeye girdiği sene Harbiyedeki etnik gruplaşma
Harbiye değişik manalarda çok etnili ve belli bir derecede beynelmilel bir okuldu. Tümü Osmanlı tebaasından olan öğrenciler farklı dillerde konuşuyordu. İstanbul’un hinterlandı Manastır’ınkiyle kıyaslandığında neredeyse sınırsızdı. Yemen’den Makedonya’ya, Osmanlı Afrikası’ndan Kafkasya’ya ulaşıyordu. Gayrimüslimlerin okula kabul edilmesi ancak 1909’dan sonradır. Cihan Harbi’nin patlak verdiği sıralarda okulda 800 gayrimüslim Harbiyeli’nin ders gördüğü ve bunların yarısının Rum kökenli olduğu söylenir. Kağıt üzerinde bütün derslere girebiliyorlardı, tek istisna istihkâm topçuluğu idi. Talebeler kendi aralarında etnik kökenlerine göre gruplaşma eğilimindeydiler. Bu sadece Bağdat’tan gelen Arap öğrenciler veya az sayıdaki Arnavut için değil, Anadolu taşrasından gelenler için de geçerliydi. Meselâ Erzurumlular tatil günlerinde grup halinde şehir içine akın eder ve Anadolu’nun başka şehirlerinden gelenlerle dahi kaynaşmazlardı. Padişahın oğulları olup henüz askeri talim ve terbiyeden geçmemiş şehzâdegân, özel sınıflarda eğitilirdi. Kürtler ve Asya yahut Afrika periferisinden gelen Arap ve Berberi göçebeler, yani “vahşi” reis çocukları özel “aşiret sınıfları”nda “medeniyete alıştırılırdı”. Komşu ülke İran’dan bile misafir öğrenciler vardı, iki ezelî düşman arasında neredeyse iki yüz yıldır tek bir kurşun atılmamış olsa bile İranlılar, Osmanlı ordusunun yapılandırılmasına ilişkin belli derslerde sınıftan çıkmak zorundaydılar.
Reklam
466 öğeden 451 ile 460 arasındakiler gösteriliyor.