Birçok Müslümanın gözünde kültürel kayıplar vermeksizin teknolojik ilerlemeyi ifade eden, kısacası bir bakıma imkânsızı başaran Japonya modelini Ziya Gökalp çok daha net kelimelerle över:
Japonlar dinlerini ve milliyetlerini muhafaza etmek şartıla Garb medeniyetine girdiler, bu sayede, her hususta Avrupalılara yetiştiler. Japonlar böyle yapmakla dinlerinden, millî harslarından bir şey kaybettiler mi? Asla! O halde, biz niçin tereddüt ediyoruz?
Gerçi son beyanı 1923 tarihlidir ama yine de bize şunu gösterir: Fikirlerinin şekillendiği o yıllarda Mustafa Kemal, Türk-İslam toplumu ile kültürünün zarar görmemesi uğruna, Batılı kazanımların “ithalini” teknolojik bilgi ve ürünlerle sınırlamak gerektiğini düşünen seçmeci modernleşme tasarımını paylaşmıyordu. Bu tutum Tatar entelektüel Akçuraoğlu Yusuf’un (1879-1935) Rusya ve Japonya arasındaki savaşın ilk patlak verdiği günlerde yazdığı, Immanuel Kant’la Auguste Comte’ün yanında çıraklık yapmadan Blériot ile Zeppelin’in talebesi olunamayacağı uyarısıyla örtüşür. 20. yüzyılın ilk onyıllarında Türkiye’deki Japonya söylemi hakkındaki örnekleri çoğaltmak mümkündür.