Dünyada ayniyet yok benzeyiş vardır. Hiçbir kum tanesi yok ki, diğer bir kum tanesinin eşi olsun? Ne yaprak başka bir yaprağın aynı, be yıldız yıldızın, ne damla damlanın eşi. Su halde sen şeklen bile birbirinin aynı olmayan iki insanın hissenin yek diğerinin eşi olmasını nasıl istiyorsun?
- Madam, Cemil Bey çok iyi bir süvâridir?; siz de
mükemmel bir binici olduğunuzu az evvel ispat ettiniz. Yarış yapsanız ne iyi olur, diyordu.
Genç kadının yüzü hafifçe bulutlandı:
- Yavrum, benlik tahrik eden şeref ve zevklerden
hoşlanmam, dedi.
Yürüdük; çocuk, belki de mânâsını ebediyen anlayamayacağı bu cevapla şaşkın arkamızdan bakıyordu.
-Bana en ağır gelen duygu, senden daha üstünüm, demektir. Rekorla, iddia ile yükselişi küçüklük
bulurum Cemil Bey.. Meşhur bir ressam, birgün bana: Hakikî büyükler meşhur olmaya yeltenmeden
meşhur olanlardır, demişti.
Bence de, hayâtın seçkin ve zirveleşmiş simâları,
söhret iddiası gütmeden, cemiyetin seçimiyle meşhur olan kimselerdir.
- İzzet Efendi, yanlış fikir de, doğru fikir de bilinmelidir; hiçbir şey yoktur ki ondan faydalanılmasın. Bilmek, kabul etmek demek değildir. Aksine, uzun ve dolaşık yolu bilmem, kestirme yolu ihtiyar etmeme sebep olur.
Elimin, kendi bıraktığı kitaba uzandığını görünce, durgunluğunu îzah eden cümleyi saklayamadı:
Zahmet etme, zahmet etme Cemil Bey.. Bu da onlardan, diyerek sözüne devam etti:
- Şimdiye kadar binlerce kitap okudum, fakat hemen hepsi de insanların ruhları gibi hasta ve sakat.. Bütün teselliyi, bütün şifâyı, niçin onlarda arıyoruz? Arı iğnesini çiçeğin bağrına saplar ve bir anda balını alıp çekilir. Biz bütün varlığımızla bu tozlu rafların içine gömülüyoruz da sanki ne buluyoruz? Hiç. Hep birbirine ters düşen sözler, hep birbirinin zıddı olan fikirler.
İzzet Efendi, kendisini dinlediğimi gördükçe mütemâdiyen söylüyor ve üflendikçe şişen bir balon gibi gitgide gergin, sıkışık bir manzara arz ediyordu. Onun bu derece vurucu ve sert tutumuna tesadüf etmemiştim.
Fakat acaba İzzet Efendi kitaplardan ne arıyor, ne umuyordu ki, bulamadıkça hiddetten köpürüyordu?
O insan ki, bilgisinin dört başını mâmur¹ etmemiştir; şu halde zavallılıktan kurtulmamış olan bir zavallının sözleri, bize iç selâmeti aşılayabilir mi idi?
İlim, madde çemberini aşıp vicdâniyet hudûduna sıçramadıkça esâretten başka bir şey değildir. Bir insanın, derûnî varlığı ile âşinâlık kurması, vicdânî hayâtın rehberliğini elde etmiş olmak böylece de, gerçeklerle biliş tutmak demektir.