Kısacık ama bir o kadar da sarsıcı bir kitap..
Soğuk havaların insanı olarak içimi donduran bu üç hikayeden zevk aldım mı? Hem evet hem hayır.. çünkü bir Alaska hayranı olarak tekrardan Into The Wild’ı izlemiş, nutku tutulmuş ve zihnindeki ihtimallere yenik düşmüş biri gibi bitirdim ilk hikayeyi..
İnsanın doğa karşısında ne kadar hırslanırsa, aklını kenara koyup doğayı ve kanunlarını ne kadar küçümserse o kadar kaybettiği bu savaşa tanıklık etmek çok üzücü.
Doğal sınırlara ulaşmak.. ama aşmamak, aşmayacak kadar akıllı olmak.. işte mesele bu.
İkinci hikayede benzer konuyu farklı bir şekilde sonlandırıyor yazar ve aslında birincide gizlice verdiği mesajını açık açık veriyor.
“Asla tek başına yola çıkma!”
Üçüncü ve son hikaye ise tam bir azmin, sabrın ve gerilimin harmanı.. doğa ve insan arasındaki sınırı ve nasıl da ince olduğunu, hasta kurt ve kahramanımız arasındaki beslenme savaşında anlıyoruz. Beslenme aynı zamanda yaşam savaşında.. yaşamak elbette zafer sayılır. Savaşa gerek var mıydı? İşte orası tartışılır.