"Hurbinek bir hiçti. .
Bir ölüm çocuğu. ..
Bir Auschwitz çocuğuydu. .
Üç yaşlarında görünüyordu, kimsenin onun hakkında bir şey bildiği yoktu..
Ne konuşabiliyor, ne de bir adı vardı :
O tuhaf "Hurbinek"adını ona biz takmıştık.
"Üç yaşındaki ,büyük olasılıkla Auschwitz 'de doğmuş ömründe hiç ağaç görmemiş olan Hurbinek...hayvanca bir gücün kendisini dışladığı insan dünyasına kabul edilmek için son nefesini verene dek erkekçe vuruşan Hurbinek..adı olmayan ama minicik kolunda Auschwitz damgasını taşıyan Hurbinek.."
"Hurbinek 1945 Mart'ının ilk günlerinde öldü
Özgürdü ama kurtulmamıştı. .ondan geriye hiçbir şey kalmadı. .
"Savaş sırasında en başta iki şeyi düşüneceksin: Önce ayakkabılarını, sonra yiyeceğini, ama cahil halkın sandığı gibi önce ikincisini sonra birincisini değil, çünkü ayağında ayakkabısı olan yiyecek aramaya çıkabilir, oysa tersi olanaksızdır."
Uygar dünyaya anlatacak yığınla şeyim vardı; yalnız beni değil, herkesi ilgilendiren öyküler, kanlı öyküler ve sanıyordum ki hepsinin vicdanını enderin yerine kadar sarsacak öyküler.
Artık her şey bir kaos içinde kalıyor, boz bulanık bir hiçliğin ortasındayım ama artık bunun ne olduğunu biliyorum ve her zaman bildiğimin de bilincindeyim; yeniden toplama kampındayım ve kamptan başka hiçbir şey gerçek değil. Ötesi, yalnızca kısa bir tatil, bir aldatmaca, bir düştü: ailem, çiçek açmış doğa, evim, her şey. Artık bu içsel düş, huzurlu ve dingin düş bitmiştir ve buz gibi soğuk suya giden dışsal düşte, çok iyi tanıdığım bir sesin yankılandığı duyuluyor: buyurucu değil, kısa ve tok bir sesle söylenen tek bir sözcük. Auschwitz'in korkuyla beklenen kalk borusu. ' Wstawác."