Ben ne okudum şimdi ? sorusunu sorduran , tuhaf , karmaşık ve bir nihayete ermeden okuru soru işaretleriyle baş başa bırakan kafa karıştırıcı bir öykü .
Baştan sona analoji , alegori , metaforlarla dolu bu kitabı çözmeye çalışırken binbir düşünce trenine bindim ama bir sonuca varamadım . Kuyuya düşen iki kardeş , acı ve hayatta kalma savaşı , öfke ve intikam ile yoğrulan hikayenin sembollerle ve alt metinlerle dolu olduğunu hissedip bütüncül bir anlam çıkaramamak üzücü oldu .
Yine de kuyuya atılan iki kardeşin hikayesinin Margaret Thatcher ve Bertolt Brecht önsözü başlaması bende politik arkaplan hissi uyandırdı . Büyük kardeş varlığıyla tam bir otorite timsali , küçük kardeş ise içten içe hırslansa da otoritenin rehavetine kendini kaptırmış ve inisiyatif almaktan kaçan küçük balık.
Anne bana devlet anayı sembolize ediyor gibi geldi . Kendi vatandaşlarına zulmeden , ölüme terk eden , kardeşlik bağıyla birbirlerine bağlı bireylerini birbirine düşüren bir otorite sembolü gibi .
Ancak bütün bunların tamamı kuyu gibi sınırlı bir evren ve kendilerinden daha büyük bir gücün gölgesi altında yaşanıyor . Düşündürücü , karanlık ve tuhaf bir kısa hikaye beyin yakmak isteyenler için biçilmiş kaftan .
Yazarın arka sayfada toplama kampından bahsetmesi kitabın karanlık, düşündürücü kısımlarından.
Daha çok okuyan olsun, yeni incelemelerle umarım eksik kısımlara açıklık getiririm düşüncesiyle okuyun derim. (: