2012 Şubat

Atlas - Sayı 227

Atlas Dergisi
Ünlü yazar Hermann Hesse de gezilerinde hep yürümeyi tercih ettiğini belirtir ve şunları söyler: “Pazardaki ve sokaktaki yaşam, güneşin dansı, topraktaki ve sokaktaki gölgeler, bir ağacın gökyüzüne uzanan ucu, bir hayvanın sesi ve hareketi, insanların yürüyüşü ve davranışı. Sokakların kalabalığı... İç dünyasında bunları aramadan, yaşamın kaçış yollarını sorgulamadan seyahate çıkan insan, geriye bomboş döner."
Yürümeye Övgü Kentleri nasıl gezineli? Yanıtı pek zor olmayan bir soru. Tabiki yürüyerek. Ama aylak aylak bir yürüyüşten bahsediyorum. Aylak insan kentte, ormanda yürür gibi yürür, keşiflere açıktır. Yüzleri ve yerleri gözleyerek kent hakkında ipuçları toplar. Tıpkı doğa yürüyüşlerinde çiçek toplayan yürüyüşçüler gibi. Fransız antropolog ve sosyolog David Le Breton’a göre aylak amatör bir sosyologdur ama aynı zamanda da güçlü bir romancı, bir gazeteci, bir siyaset adamı, bir anı toplayıcısıdır. Her zaman uyanık, gevşek ve uyuşuktur. Kentte yürüyüşe tablolar, manzaralar, görüntüler eşlik eder ve insanın merakı sürekli canlı kalır. Bir yığın önemsiz gibi gözüken olay gerçekleşir. Karşılaşılan insanların bazıları keyif, bazıları sıkıntı verir. Yürüyüş aynı zamanda sokakları, evleri, pencereleri, meydanları, anıtları, camileri, dükkânları seyretmektir. Kent yürüyüşçülerine mahallelerde, sokaklarda farklı kokular eşlik eder. Sabah kokulan, öğle kokuları, akşam kokuları farklı farklıdır. Ekmek kokusu, pasta kokusu, kebap kokusu, köfte kokusu, simit kokusu, döner kokusu, balık kokusu, evlerin pencerelerinden uçup gelen yemek kokuları. Tüm bu kokular yürüyenin iştahını kabartır, onu yemek düşlerine sürükler.
Reklam
Dünyadaki sesler, sedalar usul usul azalıyor, sessizce yitip gidiyorlar. Onların yerine, çoğu yalnızca gurultu sayılabilecek kendi yarattığımız sesleri koyuyoruz. Dünya ahvali bu ya, ne acı! Sığırcıkların kış dansı yaparken gökyüzünde kanatlarıyla patırdattıkları şarkıyı işitememek. Şehirler öyle; yıllarca kafa patlatıp içten patlamalı motoru keşfeden insan, kulaklarında giderek daha yüce patırdayan gürültüye çoktan alıştı. Şikâyeti yok gözüküyor. Aklına esip de vapura binerse eğer, martı sesleri de varmış diyebiliyor. Martı insana yakın, çere çöpe alışkın bir hayvan. İnsanın atması gereken çığlığı martı atıyor belki de. Bari uzak vadilerde, ormanlarda kalsaydı vahşi sesler. Oralarda bile dozer homurtuları derenin şırıltılarının, çakalın ulumalarının, kuş cik ciklerinin yerini alıyor. Bu ıssızlık, bu sus pus, cıvıltısızlık iyiye alamet değil, ölüm sessizliği derler ya hanı, işte tam o söze uygun.
Bugün sofralarımızın vazgeçilmez lezzeti domatesin tadını Fatih Sultan Mehmet'in bilmediğini duyduğumda epey şaşırmıştım. Gerçekten de bugün sıradan şekilde kullandığımız birçok bitki çok yakın zamana kadar Türkiye'de bulunmuyordu. …. Domatesin yabanı ataları İspanyol kâşifler tarafından 1500'lerde anavatanlarından koparılmış, İspanya, İtalya ve Güney Fransa'ya getirilmiş ve Akdeniz'in yağmursuz yazlarında serpilmiştir. İtalyan bitkibilimci Pietro Andrea Matthioli domatese "'altın elma" der. Fransızlar ise "aşk elması", önceleri evlerde dekoratif amaçla kullanılan domates daha sonraları ilaç olarak kullanılmıştır. Anavatanı Orta ve Güney Amerika olan domates yaklaşık 100 yıl önce Anadolu'ya getirilmiş. Aradan geçen onca zaman içinde Anadolu insanının elinde domates çeşitlenmiş, lezzetlenmiş. Yüzlerce değişik şekle bürünmüş. Havranın mor domatesi, hemen her yörede karşımıza çıkan pembe domatesler, Ege'de bir önceki sene çürüyen domatesten dökülen tohumlarla susuz şekilde büyüyen, tadına doyum olmaz beppe domat ve ötesi.
SUUDİ ARABİSTAN Adını sık duyduğumuz ama hakkında fazla bilgiye sahip ol madiğimiz, kendini adeta gizleyen bir ülke Suudi Arabistan. Ulam tarihi açısından taşıdığı önemle, kutsal toprakları, kraliyet, petrol ve kıskançlık uyandıracak zenginliğiyle anılır hep. Arap Yarımadasının beşte dördünü kaplayan, yaklaşık 27 milyon nüfuslu ve kadim bir
Denizli kentine yaklaşık 20 kilometre mesafede bulunan Pamukkale. Türkiye'nin en ünlü ziyaret noktalarından biri. UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan bir doğa harikası. Büyük Menderes'in kollarından Çürüksu'nun suladığı ovanın kuzeyinden çıkan sıcak sular Denizli’ye benzersiz bir hazine kazandırıyor. Yeraltının kalkerli sularının içindeki kireç, yüzeyde aktıkları yamaçları beyaza boyuyor ve ortaya kristalleşmiş pamuk tarlalarını andıran manzaralar çıkıyor. Pamukkale. termal suları sayesinde antikçağdan beri ilgi gören bir sağlık merkezi. Hierapolis kentinin kalıntıları Pamukkale'ye arkeolojik açıdan da değer katıyor. Phrygia bölgesinin bu önemli kenti, antik dönemde ilgi gören bir tedavi merkeziydi. Şimdi Laodikeia ile birlikte Denizli'nin örenenleri arasında. Denizli'de günümüzde yoğun şekilde hizmet veren, her bütçeye uygun çok sayıda termal merkez, bulunuyor. Pamukkale dışında Karahayıt beldesi de bu açıdan öne çıkıyor. Bu küçük yerleşim irili ufaklı onlarca tesise sahip; bazılarında sağlık personeli de çalışıyor ya da her odada birer havuz yer alıyor. Şifalı sulardan yararlanmaya gelenler çamur banyosundan masaja kadar birçok yöntem deneyebiliyor.
Sayfa 100Kitabı okudu
Reklam
İnsana bu kadar yarayışlı bir ürün olmasına rağmen bugün marketlerde satılan domates bu kadar da şifalı mıdır? Son zamanlardaki sağlıklı gıda sohbetlerinde domatesin adı sıkça anılır oldu. Lâkin bu anma, domatesin yararından çok zararı yönündedir. Avrupalıların “sihir tokmağı” adını verdikleri domates nasıl olmuştur da gününüzde sağlık için zararlı bir gıdaya dönüşmüştür? Onun hazin hikâyesine şöyle bir bakalım: Domates böylesine çok aranan bir urun haline gelince daha fazla miktarda üretme ve her mevsim yetiştirme olanakları araştırılmaya başlanır. Domates, doğası gereği yazın yenebilen, gelişmesi için güneşe, suya ve arılara ihtiyaç duyan bir bitkidir. Fazla üretim ihtiyacı nedeniyle insan, domates bitkisini kendi doğası dışındaki koşullardı yetişmeye zorlar. Kışın ortasında sıcak bir ortam sağlayabilmek için seralar kurar. Bu seraları ısıtmak için fosil yakıt kullanır. Bu mevsimde bitkinin domates haline gelecek olan çiçeğini dölleyebilen arılar ortalıkta yoktur, bu nedenle sentetik hormon kullanmak zorunda kalır. Domates bitkisi için ekstrem koşullar oluşturulduğu için bitki bir çeşit strese girer ve böylece hastalıklara karşı zayıf hak gelir. Bu nedenle tarım ilacı kullanılmak zorunda kalınır. Domates bitkisinin gereksinim duyduğu maddeler toprakta sürekli aynı ekimden dolayı azalır, bu nedenle azotlu ve fosforlu gübreler karıştırılır toprağa. Zaman içerisinde sistem insan eliyle verilen bu maddelere bağımlı olur ve sonuçta ortaya çıkan domates de bünyesinde tamamen sentetik maddeler içeren bir ürün haline gelir.
Resim