Varoluş dediğimizde aklımıza ilk gelen Dostoyevski'dir. Atlıkarıncaları Affediyorum romanında da bir varoluş gördüm ben. Hiçlikten başlayan, bir toz zerreciği olduğumuzu hatırlatan sonunda ise neden yaşadığımızı sorgulatan bir kitap.
Ana karakterimiz Gülnihal altmışlı yaşlarının sonuna gelmiş, eşinin ölümünü kabullenemeyen ''ben onu hep beklerim'' diyen bir âşık. Okurken Gülnihal'in ruhunda eşi Münif bey'i hissettemekten, ona arkadaş olmak istemekten geri duramıyorsunuz. İlk başlarda huzur evinde kalan Gülnihal, arkadaşı olan Dildade' yi ikna eder ve eve çıkarlar. Bu yolculuklarına daha sonra Ezrak ve Ferhunde de katılır.
Kitabın kapağında da yazan '' İnsanı eksilten kaybedişleri değil, zannedişleridir.'' cümlesini, kitabın sonunda bizi yitiren, aslında geçmişimize dönüp baktığımızda geçmişe fazla takılmamız, şimdiye odaklanıp, kaybetmekten korkmayıp, kaybettiklerimizin bize neler kazanmamıza dönüp bir bakmamızı hatırlatışıdır.
Ayrıca şunu belirtmek isterim ki gündemdeki bazı konulara da inceden bir dokunuş yapmış yazarımız. :)
Felsefik ve psikolojik açıdan gayet beğendiğim, beklentimin üztünde bir kitaptı. Tavsiye ederim.