Ay Sarayı, sadece ana kahraman Fogg’un değil onun çevresinde akan dünyanın ve insanların da hikâyelerinin derinlikle işlendiği, zaman geçişleriyle bir ailenin geçmişi ve geleceği arasında köprü kuran bir romandır. Bir anlamda da hayalperest ve oldukça yalnız bir yeni yetmenin önce kendi gerçeğini, sonra somut dünyanın gerçeklerini adım adım öğrendiği, sindirdiği, onunla inatlaştığı bir değişim hikâyesidir.
Romanın başında kendisini tamamen hareketsizliğe ve açlığa mahkûm eden Fogg’un başka insanları dinledikçe, onlara güvendikçe ve onları sevdikçe çıktığı içsel yolculuk, romanın sonunda fiziksel olarak yürünen uzun bir çöl yolculuğuna dönüşüyor. Yazar, gündelik hayatın problemlerini toplumsal hayatın dinamikleriyle; bir üniversite öğrencisinin varoluşsal düşlemlerini kalabalık bir şehrin kenara itilmiş figürleriyle birleştiriyor. Son kalemde ortaya çıkan resimde, birbirlerinden çok uzakta ve uzun süre habersizce yaşayan aile üyelerinin öykülerinin tamamladığı; köklerine dair bu birikimin Fogg’a kayıplarının ardından yeni bir yaşam kurması için aracılık ettiğini görüyoruz.