Doğu ile Batı'nın "Akılcılık" anlayışında katı bir ayrım var. Her ne kadar her ikisinin tavrında da marijinal temayüllerle dolu bir yadsıma bulunuyor olsa da doğunun Akılcılığını insanı daha dingin bir ruha kavuştrduğu aşikar. Bu anlayış, insanı meskun eden bir sadeliğe (özlüğe) sahip. Dolayısıyla daha klasik ve platoncu felsefeye de yakın. Bu yüzden doğuda şairler, filozof zannedilir zaten.
Ancak Batı akılcılığı, anarşizme daha yakın. Bu yüzden hareketli ve insanı kederlendiren bir yönü var. Sufiler ve dahi işraki felsefe belki de bu haseple "aklın putlaştırılmaşı ruhu hasta eder" demekte idiler...
Bu eser ise tam olarak bu keskin çizgide yazılmış. Batı akılcılığına tabi olan, dolayısıyla bütün romantizminden arınmaya çalışarak özünden uzaklaşan bir doğuluyu merkeze almış. Hoş doğulunun bu yapay kişiliğini çözümlemek, bir çok romana nasip oldu ancak Batı akılcılığının bu sancılarını çözümlemeyi deneyen pek görülmedi. Görülen o azınlık ise zaten bugün klasik olarak karşımızda.
Eseri asıl değerli kılan ise bu denemenin zamanı. Yani batı akılcılığının (modernizm'in) bütün dünyaya hükmettiği dönemde ona karşı durma cesareti göstermiş olması.
Burada "Postmodernizm'in ayak sesleri bunlar" demek bir parça incelemeyi aktive edecektir ancak biraz fazla anakronik hata barındıracaktır. Zira eser 19.yüzyıla ait. O zamanlar postmodernizm portakalda vitamin dahi değil...
Müthiş öngörüsüyle ve bugün dahi içinde yaşadığımız postmodern dönemin bireyciliğini, bireyselliği ile idrak edememiş dimağlara bu eseri muhakkak öneriyorum.