O yıl rahmet kapıları ardına kadar açılmış, sağanak sağanak yağan bereketin müjdecisi olan yağmurlar Hızır gibi yetişmişti. Fakir fukara sevindirilince duaların kilidi açılıvermişti sanki. İlahi kudretin kapısının tokmağı kavlî duaysa anahtarı fiili duaydı ne de olsa. Rahmete ermeyi dileyen önce kendi kuvvetince merhamet etmeli, nimet almayı uman önce kendi imkânınca vermeliydi. Yusuf hoca ne güzel söylemişti.
" Ayağındaki lastiği, çarığı yıpranmış olduğundan, çatısı damı aktığından ötürü yağmurun külfetinden sakınan kalmayıncaya değin gözetip kollayın birbirinizi. Duanın makbulü mazlumun gönlündedir."
"Ömür dediğin şey zaman içinde bir yolculuktan ibaretti. Mekân değişse de, muhatap oldukların gitse de herkesin yolu da yolculuğu da bir hayatın içindeydi. Sonuna varınca dönüp baktığında ne kadar da kısacık gelen ömrün içine nice güzergâhlar, duraklar; uzayıp giden, kimi zaman değişen yollar sığardı. Herkes nasibi kadar yaşardı. Kısmeti kadar nasiplenir, rızkı kadar yer ama şükrü kadar doyardı. Böyle bir denklemi vardı yaşam kurallarının. Şikâyet ettiğin şey artar, şükrettiğinse çoğalır, bereketlenirdi. Çoğu zaman sahip olduklarınla alakalı olmaz insanoğlunun doyumu. Memnuniyeti ve şükrü kadar belirlenirdi hayatını niteliği. Kimi kuş sütünün eksik olmadığı sofralarda hâlâ aradığını bulamamakla uğraşıp yüreğini karartırken, kimi de kuru ekmek ve soğanla yediği fukara yemeğinden aldığı lezzetle mest olurdu. Hayat; beden gözünün maddede gördüğü değil, gönül gözünün görmeyi istediği derinlik kadardı."