Deniz uzakta değildi. Belki de odanın içindeydi. Puhu kuşu dünyayı uykulara boyamıştı. Perçem Çayı, sarmaşık köprülerle iki yakasını seviyordu. Ay ışığı, göğsünde bir bir murat mahyasıydı. Yıldızlar tanrıyla konuşuyordu. Saçların ormanların uğuldusu, topuklarında Hafız’ın bahçesi, kırmızı bir zaman oluyordu ağzın. Şarabın Samanyolu, içimdeki arzuyu kekeme bir merhamete çeviriyordu. Ayrılık bir kuyu suyuydu henüz. Üstündeki tüllerden çıplak bir sesle döndün: ”Hayatın gecesi, lambasını da beraberinde getirir.”
Kirpiklerinden, dudaklarına, uzak ıssız yollar düşüyordu. Bunu çok erken biliyordum ben. Sevgisiz kadınlardan, soğumuş erkeklerden, evler ölüsü çocuklardan biliyordum.
Gülümseyen bir acıyla tutundum soluğuna.
Ey gönül haresi keder, insan kendinden ne kadar uzağa gider.