Bir yanda Zeus’un oğlu Dionysos’un kendine yapılan saygısızlığı olabilecek en acımasız şekilde cezalandırması. Bir yanda ise; bir zamanlar etlerini param parça ederek bir güzel mideye indiren Titanların, Zeus’un yıldırımlarıyla küle dönüşmeleri ve bu küllerden geldiği düşünülen insanlık efsanesi. Bu iki şey yanyana geldiğinde garip olan şey ise; bir tanrının, kendi cevherini taşımasına ve aslında derinlerde bir yerlerde açığa çıkmayı bekleyen birer suret barındırmasına karşın, insanlığın kendine yaptığı ilk küçümser atılganlıkta onu merhametsizce cezalandırması gerçeği.
Euripides’in bu tragedyası okuyucusuna bir oyundan çok öte bir içerik sunuyor. Öyle ki; neredeyse kendinden sonra kabul görmüş yazılı doktrinlerde geçen olaylara koşut, oğlunu anaya, kızını babaya öldürten hikayelerle birlikte bu tanrıların, ıstırap dolu, coşkunluktan öte neredeyse esrime halinde geçen, aklın devre dışı kaldığı bir hayatın ardından insana bahşedeceği cenneti kendine imanın birer ön şartı olarak kabul etmesi. Neyse ki artık bu mitolojilerin üzerine kurulu metafizik tahakkümlerin modern dünyada yeri yavaş yavaş siliniyor ve bizler bu kaynaklar ve yazar şairlerin sunduğu derinlik sayesinde başlardan beri neyin doğru neyin yanlış olduğunu daha net görebiliyor ve üzerinde düşünebiliyoruz.