Kitaptaki olaylar bir motelde geçiyor. Motelde yaşayanların çoğunun farklı yaşam öyküleri var. Misal; çocukken yaşadığı tecavüze rağmen avukat olmayı başarabilmiş bir kadın ve bu kadının sırrı altında sıkışmış ama yine de yıllarca saklamış bir eş, bir katliam sırasında bavula saklanmış iki çocuktan hayatta kalanının öğretim üyesi olmayı başarması, bir çift olmayı başaramayan eşcinsel çift, büyüdüğünü gördüğü her hayvanı (balık, kaplumbağa, yılan ve keçi) avlayarak ispatlamaya çalışan bir ergen, motelde çıkan olayı fırsatçılık olarak değerlendiren bir aile. Kitabın kahramanı Simin Hanım’a göre motelde iki barbar var. Bunlardan birisi; insanların çarşaflarına, havlularına, hatta limonatalarına işeyen küçülmüş de büyümüş kişi, diğeri ise avlanarak kendini ispatlamaya çalışan büyümüş de küçülmüş olan.
Kitap, 2016 Yunus Nadi roman ödülüne layık görülmüş.
Kitapta en sevdiğim kısımlar, Selçuk’la Alikâr arasında geçen felsefi konuşmalar, Simin Hanım’ın yazdıkları ve Eda’nın feminist düşünceleri oldu. Fakat kitap, genel olarak bana hitap etmedi. Halbuki kitaba başlarken, kitabı seveceğime dair beklentim çok yüksekti. Kitaba ilk başlarken bahçıvanın yaptıkları ve Eda’nın gereksiz bir şekilde uzun uzadıya anlattığı bazı şeylerin gerçekçiliğini göremediğim gibi, bana popülarite amaçlı yazılmış önyargısı uyandırdı. Ayrıca çoğu yerde ağdalı şekilde süslenmiş cümleler, bana zoraki sanatsal çabalar hissi verdi. Ayrıca çiş olayı o şekilde sonlanmasaydı, belki daha az miğdemi bulandırmış olabilirdi.