Anadolu’nun yüksek yaylalarında, derin derelerinde, ıssızlık ve sahipsizlikler içinde doğuran o güzelim analara acaba bir demet çiçek sunan oldu mu? Doğanların, doğuranların değerleri bilindi mi yeterince?
Derken gazeteciler gelip, çat çut resim çekmeye başladılar bizim odadan. Bahçe konusunda yayınlar aldı yürüdü. Türklerin topraktan ayrılıp makine dünyasına alışmaları kolay olamazmış. Onlar toprağa sımsıkı bağlı insanlarmış. Toprakta çıplak elle, ayakla çalışmak, insanın vücudundaki durağan elektiriği boşaltırmış. Bu da sinirsel ve ruhsal hastalıkları önlermiş. Ne yapıp yapıp, bu gürültülü, karışık, karmaşık ortamda Türklere birer bahçe verilmeliymiş.
(Oysa ki şimdi buğdayı bile ithal ediyoruz.)