Kupkuru bir ağacın üzerinde kalan, tek bir yaprağı hazla koparan; yoğun bakım ünitesindeki müzmin hastanın fişini zevkle çeken hikâyeler var Başka Yasalar'da. Organlaşan insanlar, insanlaşan organlar. Kaçıp gitmeler, kalıp solmalar. Hayalete dönüşen bastırılmışlıklar. Gündeliğin gotiği ya da gotiğin sıradanlıklarına kaçamak bakışlar var. Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulurken bedenlenen hisler, hislenen bedenler var. Bedenler, evet, bedenler! Büyüyen bedenler, küçülen ruhlar, harikalar diyarından kovulan Alice'ler. Metalaşmanın kaçınılmaz tanrısallığında boğulan kadınlar, fallik figürlere dönüşen sıkışmış erkekler.
Anıl Alacaoğlu sekiz öykü anlatıyor bize Başka Yasalar'ın ucubeler sirkinde: Ailenin köküne ya da cami duvarına işemekten çekinmeyen, paylaşılmış hezeyanlarımızı suratımıza çarpan sivri dikenler bunlar. Anneyi ve babayı öldüren, aşkın üstüne ilk toprağı atan hikâyeler. Adalet nedir sahi, duyarlı olmak nerede başlar ve sahi, biter mi hiç? Kendi içimizde çürüyen hayallerin bir mezarlığı mıdır toplum? Sahi inci tanesi gibi pilavlar, şeker gibi taze fasulyeler yediğimiz masalar ne zaman kuru ekmekten ibaret kadük kalmış sofralara dönüşür? Anıl Alacaoğlu, tüm bu soruları soruyor okuruna ve kendisine ve hiç kimseye. Çünkü bazı soruların cevapları ölü doğar, çünkü bazen uşakların bizi yönettiğini hissedemez oluruz. Çünkü bazen, çünkü her zaman, çünkü sonsuza dek yalnızızdır bu evren denen lunaparkta. Kalabalıkların cehalet karnavalında solan renklere, kurumuş bir demet gerbera. Başka Yasalar ama aynı insanlar. Bizim büyük sıkışmışlığımız.