Yanına uzanır, saçını okşayarak kısık sesle masallar anlatırdı. Masallarında mutlaka denizler, balıklar, kayıklar, gemiler olurdu. Birileri, bir şeylerin daha iyi olması için çok uzaklara giderdi.
''kapı...
işte o kapıydı. mandalı yoktu yine. hiç bir zaman da olmamıştı. paslı bir çividen sarkan, kararmış ve çürümüş bir iple duvardaki bir başka çiviye bağlanmıştı. bu düğümü en son kim atmıştı? kaç yıl oluyordu?
kimliği belirsiz kurtlarca kemirilip delik deşik edilmişti kapı. ellerim hala yağmurluğumun ceplerinde. o ipi çözüp de kapıyı açacak gücü bir türlü bulamıyorum kendimde.
kapı hemen açılmadı. oysa, ben ipi çözer çözmez, yıllardır bir tutsaklıktan kurtulmak istiyormuş gibi sonuna dek açılacağını ve sınırsız bir cenneti bana sunacağını sanıyordum. yağmurdan şişmiş olacaktı. önce ayağımın ucuyla dokundum, sonra da elimle iteledim. isteksizce açıldı ve kararsız bir devinimden sonra yaptığını beğenmeyerek gerisin geri geldi. ayağım, önüne geçilmez bir set gibi dikildi bu kez. istenmeyen biri gelmiş de, kapı yüzüne kapanıyor gibiydi."
Hiç olmazsa senin kargaların var Vahit abi. Benim hiçbir şeyim yok. Beni hayata bağlayan ya da hayattan koparan anlaşılabilir bir nedenim yok. Keşke ciddi bir vicdan azabım olsa da ona tutunsam.