Eşit olmakla farksız olmanın birbirine denk görülmesinden kaynaklanan belirsizliği yansıtan en net resim, tamamen hijyenist bir anlayışla şekillenen yeni beden algısının hissedilir ölçüde yayılmasıdır.
Uzun süre yarış atlarının çalışmasını tarif etmek için kullanılmış bir sözdü bu: "Antrenman," yani atın ağırlığından kurtularak koşmayı öğrenmesi hedefiyle, dikkatle takip edilen koşulardan ibaret bir pratik.
Bisiklet hayal gücünü de harekete geçiriyor, "insan bedenini bir cebir formülüne indirgeyen sürtünmesiz tekerlekler" cinsinden ifadeler bol keseden savruluyordu. Başarının, hareket kabiliyetinin ve ayrıca makineleşmenin mükemmel bir örneği olan bisiklet aynı zamanda sanayileşen Fransa'nın ilk tüketim nesnesi olmuş, 1890'da elli bin olan sayı 1901'de bir milyonu aşmıştı: Yüzyılın başında gazeteciler "cemiyet için hayırlı" diye kayıt düşüyorlardı. 1912 Fransa Bisiklet Turu sırasında "hızı kendi gözümüzle görmüş olduk" diye ekliyordu Colette.
Modern sinemayı yüzyılın tarihi şu çok özel tahayyüle yaratmıştır: Dövülmüş, işkenceden geçirilmiş, infaz edilmiş, katledilmiş, yok edilmiş bedenleri ima eden, bize bakan bir bakışla.
Modern sinemacı bizi hazmedilememiş hatıraların tortuları, olgunlaşmamış çocuksu bir ruh, akademik üslubun reddi ile dehanın yaratıcılığı, zamanların, kültürlerin ve görünüş biçimlerinin harmanlandığı hayaller arasındaki bağı düşünmeye mecbur eden, melankolik vücutlu adamdır. Çünkü özü itibariyle bu sinema marazi, kaypak bir üsluba sahipse de melankolik kişiliğin "sağlıklı" olduğu bir durum da vardır, aslen hassas bir sağlık hali, sallantılı bir hakikattir bu. Allen'ların, Eastwood'ların, Moretti, Garrel'lerin soluksuz elle tutulur hale getirmeye çalıştığı şey işte karasafradan gelen bu yaratıcılıktır.
Yalnızlık; hastaların, ameliyat olanların, ölüm döşeğinde yatanların, bir benzeri daha olmayan bir bedenin kaderine karar vermek durumunda kalanların yalnızlığı yüzyılın hastalığıdır.