Çürümenin, büyümenin ve bozulmanın alanı olan zaman, zamansal varoluş, sonsuzluğun tam karşıtı değil mi? Nasıl olur da zaman sonsuzluğun imgesi olabilir? Bu, birbiriyle çelişen iki iddiayı bünyesinde barındırmıyor mu? Yani zamanın hem sonsuzluktan bozulmaya düşüş olduğu iddiasını, hem de bunun tam karşıtına karşılık düşen sonsuzluğa yükselme çabası olduğu iddiasını? Tek çözüm bu paradoksu radikal sonucuna götürmek: Zaman sonsuzluğun KENDİNE ULAŞMA çabasıdır. Bunun anlamı sonsuzluğun zamanın dışında olmaktan ziyade, "bizatihi" zamanın saf yapısı olduğudur.
Ya siyaset alanı özünde “kısır”, sahte-nedenlerin bir alanı ve bir gölgeler tiyatrosuysa ama yine de gerçekliği dönüştürmede can alıcı bir öneme sahipse?
Biz özneler edilgin biçimde patolojik nesneler ve güdülenmeler tarafından etkileniriz; ancak düşünümsel [dönüşlü] bir biçimde bizler bu şekilde etkilenmeyi kabul etme (ya da reddetme) konusunda asgari bir güce sahibizdir. Ya da Deleuzecü-Hegelci bir formülleştirmeyi göze alırsak, özne Benim geriye dönük biçimde beni belirleyebilen nedenleri
ya da en azından bu çizgisel belirlenim kipini belirleyebilmemi sağlayan
düşünümselliğin bir kıvrımıdır. Özgürlük bu nedenle özü gereği geriye dönüktür. En temel haliyle özgürlük hiçliğin ortasında yeni bir nedensel bağ başlatan özgür bir edim değil, beni zorunlulukların hangi bağının/dizisinin belirleyeceğini teyit ettiğim geriye dönük bir edimdir.
Çağların gizemleri karşısında yaşadığımız kafa karışıklığı, sözcükler ve cümlelerden oluşan bir dünyanın kapısını açmış kombinatoryal bir zihin için ödediğimiz bedel olabilir.
İlk başta, kişi kendini zincirlerinden kurtarmakta güçlük çeker; ancak son kertede kişi kendini bu kurtarma halinden de kurtarmalıdır! Hepimiz, çok farklı yollardan da olsa, zincirleri kırdıktan sonra bile zincir hastalığından mustarip oluruz.