Bundan on beş yıl önce bana “Gençlik nedir? Büyümek, olgunlaşmak, orta yaşa adım atmak nedir?” diye sorsanız, cevap bile vermezdim. Bana ne! Niye düşüneyim? Meselem bile değildi. Çünkü içilecek sular, girilecek nehirler, yürünecek yollar, okunacak kitaplar, yazılacak yazılar, sevilecek Leylalar vardı. Yetişmeye çalışıyordum, öğrenilecek onca şey varken durup soluklanmaya vakit mi vardı ki? Cevaplanacak başka ve daha önemli sorular varken şimdi sizin sorunuzla neden vakit kaybedecektim? Soruların peşinden gidecektim elbette ama o sorular benim kendi sorularım olmalıydı, cevap bulamasam bile. Bir sorudan, kitaptan, yoldan, maceradan, hikâyeden, dergiden, mekândan, şehirden hatta bazen âkirden ötekine savrulup, koşup, yürüyüp durdum. Kendi sorularımla. Kendi adımlarında. Şimdi yeterince yol kat edip ben olarak ya da olmayarak yeterince nehre girdikten sonra yeterince koşup yeterince yorulduktan sonra (en azından öyle hissederken) Herakleitos ve Platon’a rağmen tekrar etmenin dayanılmaz cazibesine tutulduğumu fark ediyorum. Aynı nehirlere girmek, aynı sokaklarda yürümek, tanıdık yüzlerle karşılaşmak, aynı yazarları, aynı kitapları okumak, tekrar etmek, tekrarı olmayan şeyleri, --tekrarı olmadığını bile bile- tekrar etmeyi denemek..Belki de en büyük macera budur.