Bellek ve Başka Tuzaklar

Aykut Ertuğrul

Oldest Bellek ve Başka Tuzaklar Quotes

You can find Oldest Bellek ve Başka Tuzaklar quotes, oldest Bellek ve Başka Tuzaklar book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
İyi de neden yazıyorum? Neden okuyorduysam o yüzden yazıyorum. Kendimi bu hâl üzere buldum. Eh bu da ilk defa söylenmedi ama fena değil. Bir demirci ustasına “neden demircilik”, bir tüccara “neden tüccarlık”, bir mühendise “neden mühendislik” deyince tüm fazlalıklar ve süsler bir kenara koyulduğunda geride cevap olarak ne kalıyorsa benim cevabım da 0: “Hayat, hayat işte!” Cevap bu olunca geriye bir yazma hikâyesi de kalmıyor galiba. Anıları bile sürekli değişen, hatırladıklarının kendisine ait olup olmadığına bile emin olamayan insanoğluyuz şunun şurasında. Yaşıyoruz ya güç bela da olsa, hikâyesine ne hacet!
Bundan on beş yıl önce bana “Gençlik nedir? Büyümek, olgunlaşmak, orta yaşa adım atmak nedir?” diye sorsanız, cevap bile vermezdim. Bana ne! Niye düşüneyim? Meselem bile değildi. Çünkü içilecek sular, girilecek nehirler, yürünecek yollar, okunacak kitaplar, yazılacak yazılar, sevilecek Leylalar vardı. Yetişmeye çalışıyordum, öğrenilecek onca şey varken durup soluklanmaya vakit mi vardı ki? Cevaplanacak başka ve daha önemli sorular varken şimdi sizin sorunuzla neden vakit kaybedecektim? Soruların peşinden gidecektim elbette ama o sorular benim kendi sorularım olmalıydı, cevap bulamasam bile. Bir sorudan, kitaptan, yoldan, maceradan, hikâyeden, dergiden, mekândan, şehirden hatta bazen âkirden ötekine savrulup, koşup, yürüyüp durdum. Kendi sorularımla. Kendi adımlarında. Şimdi yeterince yol kat edip ben olarak ya da olmayarak yeterince nehre girdikten sonra yeterince koşup yeterince yorulduktan sonra (en azından öyle hissederken) Herakleitos ve Platon’a rağmen tekrar etmenin dayanılmaz cazibesine tutulduğumu fark ediyorum. Aynı nehirlere girmek, aynı sokaklarda yürümek, tanıdık yüzlerle karşılaşmak, aynı yazarları, aynı kitapları okumak, tekrar etmek, tekrarı olmayan şeyleri, --tekrarı olmadığını bile bile- tekrar etmeyi denemek..Belki de en büyük macera budur.
Reklam
Yanına gitmeden önce uzun bir süre uzaktan onu izliyorum. Neyle karşı karşıya olduğumdan emin, öğürmeye hazır yaklaşıyorum. Hahaha! Dünyanın iyi şeylerine; cılız var oluşuna, cehaletine aldırmadan saldıran bu küstahı teşhis edip suratının ortasına en dehşetli kahkahalarımı patlatacağım! Hahahah! Oğuz Atay’dan Kurt Vonnegut’tan, once’dan, Boris Vian’dan, Sallinger’dan, Nef’i’den, Pessoa’dan, Nietzche’den, Cioran’dan; belinde hicvini taşıyan tanıştığım bütün büyük ruhlardan, ironinin, istihzanın generallerinden aldığım güçle, olanca deneyimimle saldıracağım: “Ben dünyanın başlangıcından beridir varım!” diyeceğim Pessoa gibi. Tek vuruşta maskesini indirecek, onu alaşağı edecek ve yoluma devam edeceğim. Hahaha! Bütün silahlarımı kuşanmış, donkişotvari pervasızlığımla savaşa, savaş dediğime bakılmasın, kesin bir galibiyete hazır olarak karşısına dikileceğim. Karşımda duran çırılçıplak, savunmasız lekenin, Iapon animelerinden fırlamış iri ıslak gözlerine tepiştirdiği saflığa aldırmadan, duraksamadan hücum edeceğim, işim bittiğinde ardıma bile bakmadan yoluma devam edeceğim. Daha önce sayısız kere yaptığım gibi. Arkamda daha kendisinin ve katilinin kim olduğunun bile bilmeyen hüzünbaz bîr palyaço cesedi daha bırakacağım. O kadar. Ne fazla ne eksik.
Her şey bir şarkıyla başladı. Gerçekten öyle mi? Emin olamazsın, kimse emin olamaz. Başlangıçlar, ilk kıvılcım, ilk hareket sırra sarılıdır hep. Çünkü tanrısaldır. Hele de olay yeri ruhsa. Ruh Öyledir. Bilirsiniz, usulca yanar; kişiler, olaylar, nesneler, duygular usul usul beslerler ateşi ve asla ama asla önceden kestirilemeyecek bir noktada ateş, Önlenemez bir yangına dönüşür. Ben de emin olamıyorum; ille kesin bir şey söylenecekse, her şeyi başlattığını söylemeye cesaret edemediğim bu şarkının yanıcı olduğunu söyleyebilirim. Ruhta yanıcı. Borges’in de söylediği gibi, anlattıklarımın ne kadarını gerçekten yaşadım ve ne kadarını uydurdum inanın bilmiyorum. Yaşadıklarım gerçek miydi; göz alıcı güzellikteki büyüleyici beyazlı kadın, o öfkeli nehir, masum çocuklar, gece ve efsunlar... Bilmiyorum. Bir şeyin var olması için gerçek olmaya ihtiyacı olduğunu kim söylemiş zaten: işte hislerim; bir türlü geçmek bilmeyen, ruhumda fırtınalar koparan şu ateş dalgası... Varlar, oradalar; kavrayamasam, dokunamasam da. ..
Tuzaklarla Dolu Bir Aşk Hikâyesi Adam kadını seviyordu. Kadın adama güveniyordu. Ki bu aşk değildir. Bunu adam da biliyor ama şimdilik görmezden geliyordu. Kadın etrafında konuşabileceği, güvenebileceği kimse olmadığından dert yanıyordu: “Etraf sevilebilecek erkeklerle dolu ama güvenebileceğim çok az kişi var.” Bu hâlâ aşk değildi. Adam
Modern insanın ölümle kavgası tüm hızıyla devam ediyor; eski efsanelerde ölümsüzlüğü arayan kahramanların yerini laboratuvar farelerine, ab-ı hayatların, felsefe taşlarının yerini formüllere, beyaz önlüklere bırakması yeterince acıldı değil mi? Eskiden Ölümsüzlük arayışı olağanüstüne doğru yapılan, içinde karanlıktan aydınlığa, hamlıktan olgunluğa doğru tekamül sürecini de barındıran soylu bir yürüyüşken, bugün bu arayış tam da çağın ruhuna uygun şekilde karanlık, metalik, ilaç kokulu, kasvetli, teknikle kirletilmiş, maaşları Ödenen bilim adamlarınca yapılıyor. Elbette şahsi olmayan bu çırpınıştan bir tekâmül de çıkmıyor. Bedri Gencer’in dediği gibi modernizm, şeylerden hikmetin ayrıştırılmasıdır sadece. Ölümsüzlük arayışından hikmeti çıkarınca da geriye laboratuvarlar ve fareler kalıyor işte. Ya kahramanlar? Onlar aranan hikmetle birlikte “eski çağda” kaldılar. Kaybettiklerimizden oluşan devasa yığının içinde.
Reklam
249 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.