Yeşil mürekkep dolu dolmakalemi, beyaz sayfaların üzerinde bu kez de Melahat için dans etmeye başlamıştı.
''Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi...''
Nazım'a göndereceği kopyayı zarfa koymadan bir kez daha okudu, gözleri doldu:
"Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma..."
Gözlerinden iki damla yaş döküldü genç adamın. Zarfı kapattı, üzerine ustası Nazım'ın adını yazdı.
"Bulgar sınırını geçtiğini zannederken yakalanan Sabahattin Ali, Kırklareli'nde uzun bir süre sorguya çekildi, işkenceden geçirildi.
Sonra yakalandığı ormana getirilip, başına bir odun parçasıyla vurularak öldürüldü."
"Aradan yaklaşık on ay geçtikten sonra, 12 Ocak 1949 tarihli gazetelerde 'Sabahattin Ali Bulgar sınırında öldürüldü' şeklinde bir haber yer aldı. Değerli yazarın cesedini bir çoban bulmuştu."
Seneler sürer her günüm,
Yalnız gitmekten yorgunum;
Zannetme sana dargınım,
Ben gene sana vurgunum.
Başkalarına gülsem de,
Senden uzakta kalsam da,
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sanavurgunum.