Bir tarafta “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanıyla zirveye çıkan bir yazar, diğer tarafta “Mavi Melek” filmiyle yıldızı parlayan bir oyuncu… Erich Maria Remarque, 1937’de bir akşam yemeğinde Marlene Dietrich’e ilk görüşte âşık olur ve masasına gider. Birlikte sabaha kadar sohbet ederler. Bu sohbet daha sonra mektuplara taşınır ve onlarca yıl bu aşk ve dostluk Remarque’ın kaleminden okunmaya devam eder. Kimilerine göre bu 20. yüzyılın en son büyük aşk hikâyesidir. Remarque hayranları için başta çok heyecanlı gelebilecek bu iddia gerçekte doğru olabilir ama mektuplarda maalesef geçerliliğini fazlasıyla yitiriyor.
Kitap öncelikle yazara ait değil, başkaları tarafından derlenerek hazırlanmış. Kitapta Remarque’ın sevgilisine yazdığı mektupların dışında, ona gönderdiği telgraf ve mesajlara da yer verilmiş. Ne var ki bir okur olarak bu mektuplar hiç de iddia edildiği gibi aşk kokmuyor. Ben son derece sıradan hatta çoğunu da anlamsız buldum. Çünkü genelde bu tarz mektuplar tek taraflı olduğu için okurun zihninde bir bütünlük oluşmuyor. Bütünlük oluşması için Marlene Dietrich’in de yazara yazdığı mektupları okumamız ya da bu aşk mektuplarını anlamak için Marlene Dietrich olmak gerekiyor. Remarque gibi bir yazarın kaleminden bence çok daha güzel ve anlamlı sözcükler dökülmeliydi. Maalesef kitabın tamamı çok büyük bir hayal kırıklığı!