Gece, güzel bir dinginlik başlamalı. Gün kendini değiştiriyor. Ama in san kendini değiştiremiyor. Yılların getirip yüklediği ağırlıklar var; beden de, yürekte. Susmuyor, geri çekilmiyor, dinlenmiyor bir an. Bitkin uyanıyor. Düşler bile aynı, hep aynı. Dar ve kısır yaşamdan olmalı; yaşlılık işte...
Yağmurun kamçısı altında solan, pörsüyen güller... Güneş onları değil yalnız, öteki çiçekleri, çimenleri, çamları da değiştiriyor. Doğa, dünya tüm görkemiyle ışıyor.
Sabah yürüyüşümü yaparken kış serinliğine karşın, bu mucize beni de içine alıyor. Bedenim "Hadi," diyor, "yaşlılık da neymiş". Aklımın bir yanı havalanıyor uçurtma gibi, öte yanı ayağını yere sıkı basmış; "Akıllı ol," diyor, "kışı unutma". Telefonla konuşuyoruz Ankara'daki, İstanbul'daki dostlarım la. Onlar da kışlarını akıllarında tutuyorlar ama inatları da kavi. "Yaş nedir ki!" diyor biri. "Hayata teşekkür ederim, dünyaya, doğaya teşekkür ederim; soluk alıyorum, düşünüyorum, kimi sözcükleri unutsam da anlatabiliyo rum." Bir doktor, yılların hocası, kaç can kurtarmış, ölümler de görmüş.
Herkes ölüm görüyor, yaşlandıkça sevgili ölülerin sayısı yaşayanları aşıyor. Neyse ki düşlerimiz var. Anılarımız var.