Başka bir deyişle, ben, insanların yaşayanlarından çok, artık yaşamayanlarına yakınlık duyuyorum. Bunun adına ne derseniz deyin, bence tek nedeni, yakınlık duyabileceğim bütün insanların çoktan ölmüş olmaları. Yüzyıl başında doğmalıymışım hiç değilse...
Çarşamba günlerini çok severim. Benim için önemli ve anlamlıdır Çarşamba. Geniş ceviz yatağıma Gece ile birlikte uzanmış konuşuyor, ya da sevişiyorken kapı çalınır. Çarşamba günüdür ve gelenlerin kim olduğunu biliriz. Gider, kapıyı açar, onlan buyur ederiz. Üç kişidirler. Tanırsınız onları. Hesse, Dostoyevski ve Atay.
Hesse daima eli boş gelir, parasızlığından değil, huysuzluğundan. Dostoyevski yuvarlak bir kutuda havyar getirir, Atay ise kahverengi bir kesekâğıdında bir büyük şişe votka ile katılır Çarşamba ziyaretlerine. Ben gider, Hermann ile Feodor'un arasına otururum, Oğuz ve Gece ceviz kanepeye. İçkiler yudumlanır, havyar, peynir, salamura et, salata yenir, sohbet edilir. Hemen her şeyden konuşulur ama, eninde sonunda mutlaka Bozkır Kurtlarına dalar, zamanı unuturuz. Atay'ın "Bozkır Kurdu" bizimkilerden çok daha neşeli ve esprilidir, fakat o da bir Bozkır Kurdudur.