Tocqueville’in tanımladığı haliyle bireycilik, eğer bugün yaşıyor olsaydı La Boetie’ye gönüllü köleliğin yeni bir türü gibi gelirdi; zira bu birey kendi kaygılarının kölesi olmuştur ve tanıdık bir güvenlik duygusu arar. Fakat bana göre, “bireycilik” kelimesi kişisel bir güdüyü olduğu kadar toplumsal bir yokluğu da isimlendirir: Ritüel yoktur. Tüm insan kültüründe ritüelin rolü, insanları ortak, sembolik eylemlerle dışa döndürüp, kaygıyı azaltmak ve ortadan kaldırmaktır; modern toplum bu rituel bağlarını zayıflatmıştır. Özellikle amacı işbirliğinin kendisi olan dünyevi ritüeller, bu desteği sağlamak için zayıf olduklarını kanıtlamışlardır.
19. yy tarihçisi Jacob Burckhardt, modern zamanlardan “vahşi basitleştiricilerin çağı” olarak bahseder. Bugün, ekonomik güvensizliğin ortasında güven sağlayıcı bir dayanışmaya duyulan arzunun kesişen etkisi sosyal yaşamı vahşice basitleştirdi: “Bize-karşı-onlar”, “yalnız başınasın”la bir çift haline geldi. Fakat ben bu “henüz değil” durumu üzerine düşünmemiz konusunda ısrarcıyım. Modernitenin vahşi basitleştiricileri beraber yaşama kapasitemizi baskı altında tutabilir ve hatta bozabilir; fakat bu kapasiteyi silmez, silemez. Sosyal hayvanlar gibi bizim de mevcut sosyal düzenin hayal ettiğinden daha derin bir işbirliği yapma yeteneğimiz var; çünkü Montaigne’in sembolik, esrarengiz kedisi bizim içimizdedir.
Filozof Michel de Montaigne (1533-92) hayatının son dönemlerinde yıllar önce yazılmış bir makalesine şu soruyu ekledi: “Nasıl oluyor da kedimle oynarken onun benimle oynamadığını biliyorum?” Bu soru Montaigne’in uzun süreden beri oluşturduğu kanaati özetler: İster kedi ister bir insan olsun, hiçbir zaman diğerlerinin içsel yaşamının derinlerine gerçekten inemeyiz. Montaigne’in kedisi, bu kitapta incelenen zahmetli işbirliği çeşidi için bir sembol olarak kullanılabilir. İşbirliği için, beraber çalışmak zorunda olduğumuz insanların kalbinden ve aklından ne geçtiğini çoğu zaman anlamadığımız önermesinde bulunmuştum. Yine de, nasıl ki Montaigne gizemli kedisiyle oynamaya devam ettiyse, karşılıklı bir anlayış yoksunluğu bizi insanlarla aramızda bir bağ kurmaktan alıkoymamalıdır; beraber bir şeyleri başarmak isteriz
1912’de son şeklini almış çalışması Totem and Tabu'da Freud, “Belirli bir insana yoğun duygusal bağlanmanın bulunduğu neredeyse her vakada, sevginin arkasında gizlenmiş bilinçsiz bir düşmanlık bulduk.” diye yazmıştır. Depresyonun anne-babalara, eşlere, sevgililere ya da arkadaşlara olan kızgınlığı maskelediğini iddia ederek devam etmiştir: Bu kendi adına konuşmaya cesaret edemeyen bir kızgınlıktır.
Bu ilk dönem görüşleri, çoğumuzun sevmediği Freud’a ait; psişik makine, şartlar ne olursa olsun fark etmez, durmak bilmeden uzayıp gider. Belki de Freud’un kendisi bakış açısının çok mekanik olduğunu hissetmiştir ya da belki de 1. Dünya Savaşı’nın dehşeti milyonlarca ölüsüyle beraber onunla konuşmuştur; her ne sebepten olursa olsun, Freud savaşın sonunda depresyon anlayışını genişletmişti. 1917’de yayınladığı “Mourning and Melancholia” [Yas ve Melankoli] başlıklı makalesinde, zaman cinsinden iki düşük maneviyat formu arasında bir ayrım yapar. Depresyon, “melankoli”, istikrarlı bir durumdur, kasvetli bir davul sesi tekrar tekrar çalınır; öte yandan yasın bir hikâyesi vardır. Bir ebeveyn ya da sevgilinin kaybının acısını yaşayan kişi, aşama aşama çaresizliği kabullenir, kaybın ölümü kabul edilir ve ilerleme isteği canlanır. Freud’un klinik dilinde ifade etmek gerekirse “Gerçeği değerlendirme yetisi sevilen nesnenin artık var olmadığını ortaya çıkarmıştır ... (zamanla) gerçeğe duyulan saygı üstün gelir ... benlik özgür bırakılır ve yas tamamlandıktan sonra bir kez daha serbest kalır.”
Simmel şehirlilerin, sokağın uyaranlarına verdiği yanıtları saklamak için kullandıkları sakin ve duygusuz davranış biçimlerini incelemeye almıştı. La Roche foucauld maskeyi, birinin gerçekte olduğundan başka bir şey gibi gözükmek için kullandığı bir metafor olarak düşünmüştü: “Kişiler yapmacık bir bakış ve bir dış görünüş ile insanların, hakkında ne düşünmesini istiyorsa o şekilde görünür.” Gizleyen maskelerin, koruyucu çeşitleri sosyal hayatın her köşesinde bulunur; iş arayanların görüşmelerde bunlardan bir tane giymeleri gerekir, tıpkı Theodore Kheel’in sendika müzakerelerinde ya da Alman diplomatların Birinci Dünya Savaşı sonrası mağlubiyet şartlarını görüştüğü Versailles da ihtiyaçları olduğu gibi. New York’taki Koreliler, sessizlik maskesi giymişlerdi. Gizleyen maske, kendini koruma için olmamalıdır; ne zaket ve incelik, başkalarına zarar verebilecek duyguları maskeleyen davranışlardır.