bir başyapıt.
bir öfke anında sevgilisini öldürmekten hüküm giyen franz biberkopf'un hapishaneden çıkmasıyla başlıyor. yenilenmek, temizlenmek ve dürüst olmak isteyen, insanlara güvenen bir adamın hikayesi. franz dürüst olmaya çalıştıkça, aşağı çekiliyor. ancak onun taviz vermeye niyeti yok. peki ya mezbahalar? ya mezbahada yem olursun ya da mezbahada yem eden olursun franz.
franz'ın olduğu kadar berlin'in hikayesi. ara sokakların, meyhanelerin, alt sınıfın hikayesi.
eser, zaman zaman okuması oldukça güç bir hale dönüşüyor. bilinç akışı tekniğiyle yazılan bölümler, iç monologlar var fazlasıyla. bir paragrafı okurken, bir diyalogu, iç sesleri, karakterlerin anlık düşüncelerini ve hatta dışarıdan gelen sesleri vs bir arada okuyoruz. ancak pes edip bırakmayalım, akış hızlanıyor.
yazar ekspresyonizm akımdan etkilenmiş, iç gözlem ve ruhsal durumlar anlatıda ön plana çıkmış. ruh halleri vurgulanmış.
ekspresyonizm denince akla gelen münch'ün meşhur çığlık tablosundaki gibi, franz'ın tegel'den çıkışını da bir çığlığa benzetmek mümkün. bunun yanısıra sanatın diğer dallarına, edebiyattan politikaya göndermelerle yüklü bir kitap. yeterince anlayabildiğimi düşünmüyorum. almanca okuyanın şanslı olduğunu sanıyorum. çıkışıyla büyük ses getirmiş ve pek çok yazar ve sanatçıya ilham vermiş alfred döblin bu eseriyle.
16 saatlik , 14 bölümden oluşan serisini de izlemek mümkün. iyi okumalar.