Sesinde kanatlar vardı. Ürpertici ama tadına doyulmaz bir kararsızlık, gizli kayışlar ve iniş çıkışlar vardı. Yerdeki, masanın altındaki boşalmış şampanya şişeleri saymakla tükenmiyordu artık. Ve artık Michel müşteri değildi: İnsan böyle şarkı söyleyince müşteri olmaktan çıkar!.. Patron (saçları dökük, seçkin tavırlı, redingotlu bir adam) Michel'in yanına oturmuştu ve onunla en iyi şarkıcıları arasında garip bir yarışmayı yönetmeye koyulmuştu. Michel'in bir blues nağmesinde uzayan sesiyle çiganlar korosu umulmadık bir uyum içinde eriyordu zaman zaman..."
Hiçbir tasarımım yok, evet. Çünkü
hiçbir zaman, bu dünyada her şeyin geçici ve çabucak kırılıp parçalanmaya mahkum olduğu düşüncesinden kurtulamıyorum.
-Ne seversiniz siz peki? Müzik seversiniz, tabii.
+Müzik? Nasıl anlatsam size. Sevmeksizin seviyorum ben müziği. Örneğin Gaston, müziği gerçekten sever. Oysa ben. Müzik, bir çeşit konuşmak gibidir benim gözümde. Sevse de, sevmese de konuşur insan.
Tuhaf, inanılmaz bir hafiflik bütün vücudunda. Gerçekten de, bu peksimetten farksız yatağın
üzerinde hiçbir ağırlığı yok gibi. İnsanı ağırlaştıran, aşk ve dostluktur; oysa ne aşkı, ne dostluğu var şimdi; bir piliç boşaltır gibi içini
boşalttılar. Açık gözlerinden yaşlar
süzülüyordu karanlıkta; yanaklarını yıkayan arı bir su, saydam ve acılıksız. Hıçkırmıyordu,
muntazamdı soluğu, uyuyor sanırdınız. Uyuyordu zaten. Kurşun gibi çöküyordu sessizlik ve hava, bir ağız tıkacı olacak kadar koyulaşıyor, yoğunlaşıyordu.