Üc büyük havzayı içerisinde barındıran vilayet,
köye otuz beş kilometre uzaklıktaydı. Nahiyeden vilavete haftada iki defa araba kalkardı. Çiftlik nahiyesinin önünde iki araba bekler, şoförler Tohat, Tohat diye bağırırdı. Ahalinin tüm işleri nahiyede görüldüğünden, çoğu zaman vilayete gitmeye gerek bile kalmazdı. Vilayette ancak mahkeme ve hastane işlemleri olduğunda gidilir, gelinirdi. Tozlu ve taşlı, kâh köprü ve yokuşlarla kaplı yolları insanı çileden çıkarırdı. Kızıl iniş bayırına bir geldi mi insan, aşağısı uçurumlarla doluydu. Karadeniz engebeli dağlarla kaplıydı. Fundalıkların peşi sra sık ve aşılmaz ormanlar insanlara en güzel manzarayı sunsa da açıkçası pek tekin değildi...
Eskilerde eski bir köy varmış. Büyük köy. Kalabalık köy. Köyde zenginlerle düşkünler bir arada yaşarmış. Aralarındaki tek fark gösterişli konaklarmış. Bu köylüler geçimlerini beyaz zambak diye bir çiçekten sağlarlarmış, hep birlikte bir eğlence tertip edip bir bir soğanları toprakla buluşturur, sonrada başka bir eğlenceyle imece usulü hasat
Tohum idim, yeşerecektim
Ekin idim, boy verecektim
Başaktım, sırra erecektim
Genç yaşımda sel kırdı beni.
Körpe bir güldüm kopardılar
Sarp kayalardan, apardılar
Namert yumağına sardılar
Genç yaşımda tel kırdı beni.
Alem dilinde yere düştüm
Toz oldum yoluna üşüştüm
Esti sam elinde büzüştüm
Genç yaşımda, yel kırdı beni.
Çocuk idim büyüyecektim
Yaşayıp da gün görecektim
Murat alıp soy verecektim
Genç yaşımda, el kırdı beni.
Eli dolu kapıdan içeri girince ev halkı onu sevinçle karşıladı. Yorgunluktan sedire zor ilişti. Anası:
- Ne yaptın oğul dedi.
- Sorma ana dedi gülerek eşekten medet umuyorum şu an.