Daha önce belirttiğimiz gibi pozitivizm, özne ile nesne arasındaki ilişkilerin sorunsallığından kurtulmak, özellikle de bu sorunsala geleneksel olarak verilmiş ve ‘metafizik’ bulduğu çözümlerden kaçınmak için (Rasyonalizm, radikal ampirizm gibi), öznelliği ortadan kaldırmak nesnel düşünce içeriklerinin var olabileceğini öne sürmüştür. Özne ile nesnenin etkileşiminden doğan fakat giderek bu etkileşimden bağımsızlaşan, hatta bu etkileşime yön veren nesnel bu bilgi içeriği, bilgi ortamı gelişmektedir, (32) ki biz buna topluca çağdaş bilimsel bilgi ya da çağdaş uygarlık diyoruz. Nesnel bilgi içeriklerinin insanı yabancılaştırıcı etkilerini unutmamak koşuluyla, pozitivizmle belki buraya kadar anlaşmak mümkündür. Ancak, önemli olan bu
bilgi ortamının nasıl bu ortam olduğudur. Pozitivizme göre bu ortam tamamıyla özerktir ve epistemoloji bu bilgi ortamını çözümlemek için kullanılan bu ‘üst’ düzey (meta) söylemse, doğrudan doğruya bilgi içerikleriyle uğraşmalı, bilgi içerilderini ortaya atan öznelerin düşünce veya inançlanyla ilgilenmemelidir. Epistemoloji de nesnel olmalıdır. Bu önermeyi epistemolojinin sosyal olmaması şeklinde anlayabiliriz.
(32) Popper bu ortama, nesnel durumların ve öznel tavırların koşullarından bağımsız olarak "üçüncü dünya” adını vermiştir. Bu görüşünü ileri sürdüğü makale de gayet uygun olarak “Bilen bir özne olmadan epistemoloji" başlığını taşımaktadır. Bkz. Nesnel Bilgi kitabı, s. 106
Olağan bilim, yani, çoğu bilim adamının kaçınılmaz olarak hemen tüm zamanını içinde harcadığı etkinlik, bilim topluluğunun dünyanın gerçekte nasıl olduğunu bildiği varsayımı üzerine kurulu bir tanımdır.
Maxwell'in denklemleri, etkiledikleri çok daha dar meslek çevresi için, Einstein'ınkiler kadar devrimciydi ve aynı derecede direnmeyle karşılaşmıştı. Ortaya atılmakta olan diğer yeni kuramlar da, uzmanlık alanını rahatsız ettikleri yetkili bilim adamlarından düzenli şekilde ve kendi açılarından haklı olarak aynı tepkiyi görmektedir. Yeni bir kuram bu insanlar için o zamana kadar olağan bilim uygulamasını düzenlemiş olan kuralların değişmesi anlamına gelir. Bu nedenle yeni bir kuram, uygulama alanı ne denli özel olursa olsun, çok ender olarak hatta hiçbir zaman hazırda bilinenlere basit bir ilave olmakla kalmaz. Benimsenmesi önceki kuramların yeniden kurulmasını ve önceki olguların da yeniden değerlendirilmesini gerektirir, ki bu da tek bir kişi tarafından ve bir çırpıda gerçekleştirildiği pek az görülen, özde devrimci bir süreçtir. Halbuki tarihçilerin söz dağarcığı, devrimi tek başına bir olay gibi göstermeye daha yatkındır.