Kitap birinci bölümde bilimsel yazım nedir sorusu ile bizi karşılar. Yazar, bilimsel yazımın püf noktasının açıklık olduğu görüşündedir. Başarılı bir bilimsel deneyim, açık bir zihnin açıklıkla ortaya koyulmuş bir sorunu ele alarak, açıklıkla belirtilmiş sonuçların üretmesinin bir neticesidir. İdeal olarak, açıklık her çeşit iletişimin bir karakteristiği olmalıdır. Herhangi bir şey ilk kez söylendiğinde, açıklık esastır. Bu durum açıklığa olan gereksinimi ifade eder. Sinyalleri almak noktasında yazar, şu soruyu örnek verir. Eğer ormanda bir ağaç devrilirse ve orada bu devrilmeyi duyacak hiç kimse yoksa, bir ses yapar mı? Doğru cevap “hayır”dır. Benzer olarak, bilimsel iletişim de iki yönlü bir işlemdir. Tıpkı, algılanmadıkça faydasız olan herhangi bir sinyal gibi, yayımlanmış bir bilimsel makale de (sinyal) amaçlanan okuyucu kitlesi tarafından hem okunup hem de anlaşılmadıkça faydasızdır. Eğer “ses” analojisini ses olarak kabul edersek, bilim aksiyomunu tekrar şöyle ortaya koyabiliriz: Bilimsel bir deney, sonuçlar yayımlanıp anlaşılmadıkça tamamlanmış değildir. Yayımlanan makale anlaşılmadıkça “basınç dalgalarından” başka bir şey değildir.