Bilincin Kapısını Aralamak

Susan Sontag

Oldest Bilincin Kapısını Aralamak Quotes

You can find Oldest Bilincin Kapısını Aralamak quotes, oldest Bilincin Kapısını Aralamak book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
''Yeni duyguların bilincine varmayı sağlayan bir olay, her zaman için bir insanın hayatındaki en önemli deneyimdir.''
Sayfa 92 - Sel Yayıncılık
Normalde, düzgün koşullar altında ancak yetmiş veya seksen küsur yıl hayatta kalabilecek bir fizyolojinin içinde tuzağa düşmüş biri var sanki: Bilincin, kafandaki kişi. Hapsedildiğin vücut, bir aşamadan sonra çürü­yor ve hayatının yarısını, belki daha bile fazlasını bu maddenin aşınışını izleyerek geçiriyorsun. Yapabileceğin hiçbir şey yok. İçinde hapis olduğundan, o gittiğinde sen de gideceksin. Hepimiz kendimizle ilgili olarak bunu deneyimleriz. Altmış veya yetmiş yaşındaki yakınlarına kendilerini kaç yaşında hissettiklerini soracak olursan on dört yaşındaymış gibi hissettiklerini söyleyecektirler. Sonra aynaya bakar, yaşlanmış yüzlerini görürler. Yaşlı bir vücuda hapsolmuş on dört yaşındaki biri gibi hissediyorlardır kendilerini! Sen de yok olup gidecek bu kalıba mahkumsun. Mesele sadece hapsolduğun kalıbın belli bir süre dayanmak üzere tasarlanmış makineler gibi er veya geç pes etmesi de değil, yavaş yavaş bozulması ve yıllar geçtikçe bazı özelliklerinin daha kötü çalıştığını, cildin güzelliğini kaybettiğini, uzuvların yıprandığını bizzat gözlemlemek. Al sana hüzün­lü bir deneyim.
Reklam
Yakın zamanda New York Review of Books'ta en hayran olduğum yazarlardan birinin, Nigel Dennis'in yazdığı bir makale vardı. Nadia adlı beş yaşında küçük bir kızın teda­visiyle ilgili bir kitabı incelemişti (Nadia: A Case of Extraordinary Drawing Ability in an Autistic Child [Nadia: Otistik Bir Çocuğun Olağanüstü Çizim Becerisi] Lorna Selfe) Kız muhteşem bir sanatçıymış; bu da sadece elde odaklanan bir yetenek olduğun­dan ender rastlanan bir durum. Adı sanı olmayan bir yerden küçücük bir kız çocuğu, Goya gibi çizebiliyor ama otistik. Ki­tapta anlatıcı rolünü üstlenen kızın psikologlarından biri, nasıl bir tedavi yöntemi izlemeleri gerektiğini tartışırken onu iyileştirirlerse muhtemelen kıza bahşedilen lütfu bozacaklarını kavra­dıklarını yazmış. Sonunda kızı iyileştiriyorlar ve psikolog haklı çıkıyor: kız artık çizemiyor. Nigel Dennis bunları yazmış ve -benim aktaramayacağım bir ustalıkla- kızı deli ama çizebilir halde bırakmaları gerektiğini savunmuş. Kimse deli olmanın daha iyi olduğunu söylemiyor, ama belli ki kızın deliliği otiz­minin bir uzantısıydı ve yeteneğini ancak yalnız kalırsa, delilikle gelen yalnızlığın içine hapsolursa koruyabilirdi. Dennis'in sorduğu soru şu: Büyük bir sanatçıya sahip olmak akli dengesi yerinde birine sahip olmaktan daha önemli değil mi? Ve bahsi geçen küçük kız büyük bir sanatçıydı. Rilke'nin dediği gibi: "Şeytanlarımı benden almayın, meleklerim de onlarla gidecektir."
... "saldırganlık" kelimesi, insanlar tarafından büyük bir riyakarlıkla bir tür hakaret olarak kodlanıyor. Riyakarlıkla diyorum çünkü bu toplum, hem doğaya hem de her türlü varlığa karşı sürekli saldırı halindedir. Yaşamanın kendisi bir saldırganlıktır. Dünya üzerinde hareket ettiğin her an her açıdan saldırgan bir varlıksın: Senin işgal ettiğin alanı başkasının işgal etmesine engelsin; yürürken floraya, faunaya ve diğer küçük canlılara basıyorsun. Yani, hayatın ritminin bir parçası olan olağan bir saldırganlık var. Kameranın kullanımın­ da, saldırganlığın belli modern biçimlerinin doruklarının temsil edildiğini düşünüyorum, birine "Kıpırdama," deyip fotoğrafı­nı çektiğinde olduğu gibi. Bu tür el koyma eylemleri insanlara çok normal ve istenir geliyor, çünkü fotoğraf makineleri var ve bir şeyi beğendiklerinde, eve götürmek istediklerinde bu eyle­mi onu fotoğrafa dönüştürerek gerçekleştiriyorlar. Dünyanın koleksiyonunu yapıyorlar.
... "merkezde olmak" uçlarda olmanın karşıtıdır. Kendi bilincinin, deneyiminin veya zamanının uçlarında yaşamak istemezsin. John Calvin bile demiş: "Dünyanın her iki yanı da uçurumdur, kendinizi ortada tutunuz," diye. Yani diyor ki, aşağı düşebilirsin. İnsanların sürekli dünyadan aşağı düştüğünü kendi hayatlarımızdan bi­liyoruz; yamacın kıyısından aşağı doğru kaymaya başlarlar. Bu da ortada olmanın başka bir anlamı. Genelde düz bir zeminde olmak istersin, öbür türlü bu karmaşık hayatta yenmiş tırnak­larınla bir taraftan sarkar bulabilirsin kendini. Pek çoklarının başına gelir çünkü artık göremez hale gelirler. Ve sarkık durdukları yerden bakıldığında, büsbütün düşmemek bile çok zor görünür.
Evet, dünyaya dikkatimi veriyorum. Ben olmayan şeylerin farkındayım ve beni çok etkiliyorlar. O şeylerin tümüne ilgi duyuyorum ve anlamaya çalışıyorum...
Sayfa 105 - Sel yayıncılıkKitabı okudu
709 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.