“Mazi kalbimde bir yaradır.” Ali Çolak’ın “Bilmem hatırlar mısın?” kitabını okurken bu şarkı sözü, peşimi bırakmadı. Kitapta yazar deneme türünde çocukluğuna, ilk gençlik yıllarına ait hatıralarını kaleme almış. İnsan belli bir yaştan sonra hatıralarla yaşıyor.
Yazar sokağındaki evleri, o evlerdeki koşuşturmayı, erik ağacını, o ağacın altında, çörekler, kekler eşliğinde edilen dedikoduları, fiskosları anlatıyor. “Kaynana, gelin, görümce… Kim demiş, ne demiş? Nereden almış, kaça almış; pek güzel, pek ucuz!” İçilen çaylar, etrafta çocuk neşesi öyle bir anlatılıyor ki, gözlerimin önünde bir sinema sahnesi canlanıyor sanki. “Şu var ki, yapıcıdır konuşmaları kadınların; avunmadır, avutmadır. Paylaşırlar ne varsa içlerinde; saklı-gizli, ayıp dökülür orta yere, sakınılmaz, gülünür kıs kıs, savrulur kahkahalar. İncesinden alaylar, takılmalar.” Sinema sahnesi dedim ya işte ben de çocukluğumun sokağındayım. Toprak yolda, sokağın en sonundaki evin önünde iğde ağacı. Ağacın altında sokağımın kadınları, Berber Saadet, Bekçi Güldane, Çöpçü Ayşe, Şekerci Güldane ellerinde dantellerle otururlardı. Belki görmedim çörekler börekler yanlarında, elimde domates salçası sürülmüş ekmeğimi iştahlı iştahlı yerken ben, onlar konuşurlardı. Ne konuşurlardı bilmiyorum. Belli ki yazarın bahsettiği konular onların da konularıydı.
Yazar annesini anlatmış. Her yaz ziyaretine gittiği annesini. Annesinin evini, çocukluğunu, her bir köşesinde hatıralarını çağrıştıran eşyaları, çiçekleri anlatıyor. Belki onlar konuşuyor yazar dinliyor. Bahçesindeki incir ağacından bahsediyor. İnciri dalından koparıp yemesine sevinen annesini anlatıyor. Ah, işte hatırlar benim de peşimi bırakmıyor. İşte ben de bir evdeyim. İşte benim de evimde bir incir ağacı var. İşte ben de koparıyorum dalından bir incir. Ama var işte bir fark:
Çocuklar vardır, inciri dalından kopardıklarında anneleri sevinen.
Çocuklar vardır, evin direği anneleri olan.
Bütün hatıralarını annesinin tebessümünde yaşayan çocuklar.
Çocuklar da vardır anneye dair bir hatırası olmayan.
Değildir dalından kopardığı incir kimsenin umurunda.
Çocuklar da vardır her şefkatli tebessümde annesini arayan.
Vardır işte.
Yazar, “Ben henüz, annesiz bir dünyada nasıl yaşanır, bilmiyorum.” diyor. Ne kadar fark var aramızda. Asıl siz bana anneli bir dünyayı anlatır mısınız? Gördüklerimin, bildiklerimin dışında bir dünya. Diyor ki yazar, “Annemin telefondaki sesi bile, bu çirkin dünyada üzerime bulaşan kirlerden, arındırmaya yetiyor beni.” Öyledir zannımca: “Bir anneyle ne konuşulur telefonda” bilmeyenler için, anneye dair bu yazılanlar bir anlam ifade etmiyor. Anlam ifade edenler için yazarın şu cümlelerini de buradan aktarmalıyım: “Bir gün dedi ki annem: ‘Sana bütün haklarımı helal ediyorum, hepsini… Yalnız bir tane hakkım var sende, ne biliyor musun?’ ‘Nedir anne?’ ‘Sevme hakkı… Seni seviyorum, hep seveceğim!’ Ne diyebilirdim… Sustum, uzunca sustum.”
Yazar kitabında İstanbul’un çiçeklerine de değiniyor. İstanbul’un çiçeği, erguvan mı yoksa lale mi tartışmasını da yazmış. Hilmi Yavuz tercihini hiçbir özen gerektirmeden, tıpkı İstanbul gibi, öylece ve kendiliğinden büyüyen erguvan ağacından yana kullanıyor. İkisi arasında ayrım yapmayan Ayfer Tunç var. İkisinden de vazgeçmiyor ama bir keşkesi var: “Erguvanın da lalenin de ömrü çok kısa ve ikisi de aynı zaman diliminde.” Biz diyor: “Yediveren gül şehri yapalım istanbul’u en iyisi.” Laledir erguvandır derken İstanbul’un çiçeğinin “serseri ot ve plastik çiçek” olduğunu gerçekçi bir dille söylüyor Birhan Keskin. İşte yazarımız hayıflanmasın da kim hayıflansın: “Eyvah, laleler, erguvanlar da geçip gidecek aşklar gibi ve biz, plastik çiçeklerle baş başa kalacağız.”
Yazar karanlıkları da yazmış. Şehrin ışıklarının, artık karanlık gecelere müsaade etmediğini, gecenin ve gündüzün iç içe geçtiğini anlatıyor. Eski kış gecelerinde birbirinin yüzlerini görmeden edilen sohbetlerin tadından, yaz gecelerinde seyredilen gökyüzünden, kayan yıldızlardan, tutulan dileklerden söz ediyor. O söz ettikçe kahramanın yerine sanki ben geçiyorum. Yıldızların altında damlarda yattığımız çocukluğumun en güzel anlarına gidiyorum. Hâlâ içimde bir ukdedir, yıldızların altında yatabilmek. Hadi gel yap bu site hayatı içerisinde yapabiliyorsan.
Kitap uzayıp gidiyor hatıralarla. Ben ancak birkaç yazıdan bahsedebildim. Tavsiyemdir, bu tarz kitapları okumak insanın ruhuna iyi geliyor. Ali Çolak deneme türünde başarılı bir yazar. Daha öncesinde yine deneme türünde yazılmış “Mavisini Yitirmiş Yaşamak, Günlük Güneşlik Şarkılar” kitaplarını da okumuştum. Onların da tıpkı bu kitap gibi tadı damağımda kalmıştı.
Yazımı başladığım şarkıyla bitirmek istiyorum.
“Mazi kalbimde bir yaradır
Bahtım, saçlarımdan karadır
Beni zaman zaman ağlatan
İşte bu hazin hatıradır.”