Tüm bildiklerini ağaca anlattı kız. Ağaç delirdi. Yıllar var uğraşıyor güneşe tırmanacağım diye. Çevresini saran duvarları yeneceğini sanıyor. Deli bir ağaç bu.
O geceden sonra bir şeyler değişti ama. Hem mutluluğa hem de acıya açıldı yüreğim. Aslında ikisi aynı şeydi. Mutluluğa açılan her yürek acıyı göze almış demektir. Ben biliyordum bunu. Onlar biliyorlar mıydı?
İlk gençliğin mutsuzlukları, üstlerine yeni yeni, yıkıcı mutsuzluklar eklenmezse eğer, anılarda bir tür mutluluğa dönüşüyor. İlk gençlik sevdaları hiçbir zaman gerçek bir yara açmıyor kişinin içinde galiba, ne denli derin derin yaşansalar da... Oysa sonrakiler... Yara sözcüğü onlar için de yanlış. Daha çok... Ağızda bıraktıkları bir kötü tat. Derinden yaşanmasalar bile -derinden yaşanmadıkları için belki- bir türlü geçmeyen... Tam geçti sandığımızda, en umulmadık anda bir acı su olup gırtlağınızdan yukarı sızıveren...
Öylesine mutluyduk ki başkalarının mutluluğunu küçümseyebiliyorduk. Başkalarının mutsuzluğu ise bizimkine hiç dokunmadan ama çok derinden çok geçici olarak üzebiliyordu bizi. Vurdumduymazlığı kesinlikle olanaksız kılan, tersine duyarlılığı çoğaltan ama gene de birbirimizin dışındaki ilişki ve davranışlarımızı bir garip yüzeyselliğe indirgeyen bir mutluluk bulutu sarmıştı ikimizi. Kişiyi akıl erdirilemez bir biçimde soyutlayan, dünyanın güzelliklerine yaklaştırıp çirkinliklere yabancılaştıran, bulunmaz bir aşk huzuru içindeydik.