Çağımıza uymak zorundayız palavrasına da hiç mi hiç inanmıyorum. Eğer yaşadığım çağın en büyük ideali köşeyi dönmekse; eğer yaşadığım çağ toplumsal adaletsizlik üstüne kuruluysa; eğer yaşadığım çağ inandığım her şeyi yadsıyorsa; eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım?
Annemin böylesine ilerici ve aydınlık kafalı olması sayesinde, törelere bağlı tutucu bir toplumda kadın olarak yaşamanın ezikliğini hiçbir zaman hissetmedim. Şimdi beğenilmeyen o Birinci Cumhuriyet günlerinde, yalnız annem değil, toplum da daha ilericiydi. Mustafa Kemal, kadınları hep yüceltiyordu. Kadınları dışlayan bir milletin çağdaş olamayacağını; uygar bir ülkede kadınların erkekler kadar önemli bir rol oynayacağını vurguluyordu. Kadınları toplum dışı tutmak, onları aşağılamak eğilimi, o sözümona “demokrat” partinin iktidara gelmesi ve gericiliğe ödünler verilmesiyle ancak 1950’den sonra başladı. Bense, çocukluğumu ve gençliğimi bu dönemden önce, başka ve çok olumlu koşullar altında yaşadım. Simone de Beauvoir, “on ne naît pas femme; on le devient” (insan kadın olarak dünyaya gelmez; zamanla kadın olur) der. Ben bu olumsuz anlamda hiçbir zaman kadın olmadım, yani erkekler tarafından ezilmedim. Kadın olmanın ezikliğini değil, keyfini yaşadım ancak.
şu listede yer alanlardan okumadıklarım; #195185419 + şu listede yer alanlardan okumadıklarım; #200968391
ve siz uygulama kullanıcıları sayesinde - #227697974 - yaptığım şu liste;
(bu muhtemelen daha da büyür.. umarım
Mustafa Kemal, ülke çapında bir okuma yazma seferberliğine öncü oldu. Bir karatahtayla yollara düştüğü bu seferberlik sırasında,ömrünün en keyifli anlarını yaşadı herhalde.Çünkü bir öğretmenlik tutkusu vardı onda.Asıl uğraşının öğretmenlik olması gerektiğini söyler, yakınlarına "ben raté bir öğretmenim" dermiş. Mustafa Kemal'in seferberliği başarılı da oldu.
1930'da, memlekette ilk ve ne yazık ki son kez, okuma yazma oranı yüzde doksan beşe kadar yükseldi...