Karşımızdaki insanı henüz tam anlamıyla tanımadan oluşturduğumuz önyargılarımızın ya da diğer bir bakış açısıyla; içimizde her daim bastırma gayretinde olduğumuz kibir hissinin, hiç tanımadığımız kimselere karşı davranışlarımızı hangi kalıplarda yönlendirebileceğini tahayyül etmemizde bir başka pencere açıyor Reşat Nuri.
Nietzsche’nin sevdiğim bir sözü var; “İnsan kendisinden küçük gördüklerinden nefret etmez. Sadece kendisine eşit veya üstün gördüklerinden nefret eder.” diyor. Bir Kadın Düşmanı’nda da Sâra ile Ziya’nın hikayesi bu sözü anımsatıyor bana.
Henüz çocukken kabuğuna çekilmek durumunda kalmış, etrafındaki insanlara karşı kalp ve his yoksunu olarak kibirli, kaba saba ve özellikle bir kadın düşmanı olan Ziya kadar Sâra da sevgiden yoksun, hâd bilmez, ukâla bir paşa kızı.
İlk görüşte oluşan nefret hissi aradaki bu denklikten ötürü sanki. Ziya kadar Sâra da bir ‘Homongolos.’
Ve iki hissizin, daha çok esas kızın, ders vermek amacıyla birbirleriyle oynadıkları oyunlarının ödenen bedelinin hikayesi Bir Kadın Düşmanı...